29 yıl önce stajyer olarak başladığı gazetecilikte aralıksız çalışmaya devam eden Mesut Yar, haberi “İçinde ironi barındıran hatta kimi zaman kendisine gülünecek bir şey” olarak tanımlıyor. Türkiye’de daha önce denenmemiş formatlarla ekran karşısına çıkan Yar, “Bu yüzden çok taşlandım” diyor.
Uzun yıllar muhabirlik, editörlük, yazı işleri müdürlüğü, yayın yönetmenliği ve genel müdürlük yapan Mesut Yar “tarih aktarıcısı” olma geleneğini sürdürmeyi seviyor. Haber programının yanı sıra köşe yazarlığı, belgesel yapımcılığı ve roman hazırlığı yapsa da Yar’ın eğitim aldığı alan arkeoloji. Zaman içinde kariyer çizgisini değiştiren deneyimli gazeteci, içindeki Indiana Jones’un da hala aktif olduğunu söylüyor.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi ana bilim dalından mezun olduktan sonra Müzecilik dalında yüksek lisans ve Türk İktisat Tarihi üzerine doktora çalışması yapmışsınız. Tarih-arkeolojiye muazzam bir ilginiz olduğunu söyleyebilir miyiz?
Kişisel tarihime bakarsanız elbette büyük bir emek harcadığım ortada. Ama zihinsel olarak, yaklaşım ve merak olarak tarihin bir parçası hissettim kendimi ilk günden beri. Daha doğru bir deyişle “tarih aktarıcısı” geleneğinin bir parçası… Bunu Homeros’tan Evliya Çelebi’ye Strabon’dan Osman Hamdi’ye kadar genelleyebilirsiniz. Tarih ve tarih sevgisi hücrelerime işlemiş bir şey. Eğitim sadece bunun hakkını vermek için bir araç, amaç ise doğru bir “aktaran” olabilmek.
Neden kariyerinizi gazetecilik üzerine şekillendirdiniz?
O zamanın koşulları içinde biraz böyle gelişmek zorunda kaldı. Okurken bir yandan da yaşamımı idame ettirmek zorundaydım. Hayata iki sıfır yenik başlayanlardan biriydim çünkü. Erken aile kayıpları, yoksulluk ve yoksunluk üst üste gelince elinizde bir fırsat olarak görünen ilk şey bir altın bileziğe dönüşebiliyor. Ben biraz bakırdan altın yarattım diyebilirim. Bir nevi simyacılıktı işte. Sonuç itibarıyla günün tanımıyla stajyer olarak başlanan bir meslekte yol almak durumu oluştu, aldım da…
Üniversiteden mezun olduktan sonra evlenip dört işte birden çalışmaya başlamışsınız. Bu süreçten bahseder misiniz?
Yine bir şekilde ekonomik koşullara dayanıyor bu durum da. Malum insanın bir kariyer çizgisi oluşuyor ama zaman içinde. O çizgiyi oluşturmak için girdi ile hayat standartlarını eşitlemeniz gerekiyor. O dönem tek başına bir iş bunu sağlayabilecek standartlarda değildi Bu yüzden seslendirme sanatçılığından muhabirliğe kadar birbiriyle alakasız ama yeteneğim olan işlere odakladım kendimi…
Bugüne kadar kaç program hazırladınız? En başarılı projenizin hangisi olduğuna inanıyorsunuz?
Bunu saymadım. Ama şunu biliyorum, yaptığım programlarla üçüncü kuşağın karşısındayım artık. Benim ilk göz ağrım Türkiye’nin ilk ihtisas talk şovu olan By Night’tır. Ama kitlelere ismimi duyurmam HBB TV için hazırlayıp sunduğum “10’da On” isimli programla oldu. “Gece Hattı” ve “Uyan Türkiye” de sırasıyla kalfalık ve ustalık dönemi işleridir. “Pasaparola” ve “Uyuma Türkiye” ile çok can alıcı reytinglere imza attım. Bireysel olarak en iyi işimin Uyan Türkiye ve “Burada Laf Çok” olduğunu düşünüyorum.
Televizyon kariyerinize gece programlarıyla başladınız, ardından sabah haber programı ve şimdi yine gece talk show’u yapıyorsunuz. Hangisini yürütmek daha zor?
Dikkat ederseniz hep marjinal saatlerin işleri bunlar. Ben biraz arafta kalmış izleyiciyle diyalog kurmayı seviyorum. Bir dönem ana haber sunmuşluğum da vardır. Ama prime time, yani izleyici trafiğinin yoğun olduğu saatler kazalara da aynı yoğunlukta açıktır. Benim çalıştığım saatler biraz daha işlerin rayına oturduğu ya da oturmak üzere hazırlığa girişildiği saatler. O saatler içinde meselenizi doğru anlatmak çok daha mümkün. En azından bir kafa şişkinliği yaratmıyorsunuz seyirciyle aranızdaki diyalogda.
İdol olarak gördüğünüz isimler var mı?
İlk ustam Güner Ümit’ti. Ama bir idol olarak görmedim kendisini. İyi bir usta ve kariyer yöneticisiydi. Bizim meslekte herkes birilerine benzeme çabasındadır malum. Ben birilerinin beni idol olarak almasını tercih ederim açıkçası.
Bir röportajınızda “Hayatımın en uzun yöneticiliği dört ay sürdü” demişsiniz. Yöneticiliğin zor olduğunu düşünüyor musunuz? Sizin yöneticilikte sevmediğiniz durumlar neler oldu?
Kanal 1 TV’nin genel müdürlüğünü üstlenmiştim. Çok zor bir işti. Kanalı dört ay içinde izlenme sırasında 11.’likten 4.’lüğe çıkardım. Ama kendi ömrümden en az bir o hacimde kaybettim. Ben fazlasıyla iş odaklı bir insanım. Önceliğim bu olunca kendimi ve sevdiklerimi bir kenara koymayı tercih ediyorum. Daha doğrusu ediyordum. Oysa ilk tercihiniz sevgi olmalı, sevdiğiniz şeyleri inşa etmek için sevginin temeline yatırım yapmalısınız. Fazla iyi kalpli bir yönetici olduğumu söyler insanlar. Kimseyi kıramam. Büyük bir zaaf ama ben hala küçük takımımla bu büyük zaafın getirdiği büyük mutluluğu da yaşıyorum. Karşıtlar iç içe geçtiğinde bazen çok hoş sonuçlar da doğurabiliyor…
Haberciliğe mizahı sokan kişilerden birisiniz. Habercilikte mizahın yerini nasıl konumlandırıyorsunuz?
O konuda mütevazı olamayacağım, ilkiyim. Bu yüzden çok taşlandım çünkü. Haberin ciddi bir şey olduğunu dikte etmeye çalışan bir kuşağın elinde büyüdük biz. Oysa içinde ironi de barındıran hatta kimi zaman kendisine gülünecek bir şeydir haber. Mizahı bir anlatım tarzı olarak seçtiğinizde işi hafifletmekten ziyade çok daha ağırlaştırırsınız. Çünkü mizah öğrenilmesi ve konuşulması en güç dildir. Herkes haberci olabilir ama mizahçı olamaz bana göre. Hele ikisini bir arada götürene başlangıçta gevşek sonradan da usta denir. Yaşadım, gördüm ve beni taşlayanların benim çizgime gelmesine gülümsedim. Büyük mutluluk…
Günde kaç dakika/saat televizyon izliyorsunuz?
Toplam bir saati geçmez. Bu süre TV felsefesini, hatlarını, gidişatını ve nereye varacağını anlamak için fazla bile. Fazlası hem hücreden hem de ömürden yiyor maalesef!
TV programı, eleştirmenlik, dizi çekimleri… Hepsini bir arada sürdürebilmenizin sırrı nedir? Günlük iş programınızı nasıl düzenliyorsunuz?
Aşırı tez canlı olduğum kadar aynı hacimde planlı bir hayatım olsun isterim. Uyku saatim bellidir. Çalışma saatlerim de öyle. Asla sevdiklerime ayırdığım vakitten ödün vermem. Spordan, beni iyi hissettiren seyahatlerden de öyle. Bunun dışında kalan saatleri anlamlı bir şekilde böler ve üzerine İstanbul trafiğinin olasılıklarını katarsanız sorun çıkmıyor.
Oğlunuzun sizinle aynı işi yapmasından memnun musunuz? Hangi mesleği seçmesini isterdiniz?
Oğlum şu anda net bir kariyer kararı verebilmiş değil. Para kazanmak için emek harcıyor ve bunun karşılığını alıyor. Ortalamanın üstünde bir zekası var. Ama yeteneklerinin sınırını kendisinin belirlemesini tercih ederim. Sonuçta 20 yıldır babasının hangi dehlizlerde dolaştığına tanık olmuş birini zorla bir dehlize sokamazsınız.
Sizin küçükken meslek hayaliniz neydi?
Arkeolog olmak. Diploma üzerinde oldum ama açıkçası pratiğini de yapıp kürsüsünde öğrencileri eğlendirmek, birlikte tarihin karanlık noktalarını keşfetmek hiç fena olmazdı. İçimdeki Indiana Jones henüz ölmedi ama. Belgesellerle ayakta tutuyorum onu. O yüzden son zamanlarda çektiğim tarih belgeselleri bir hayli ses getiriyor. Hem doküman hem de fantezi içerdiği için belki de.
İşinizin yanı sıra nelere vakit ayırmaktan hoşlanıyorsunuz?
Çok iyi gezerim. Çok iyi kokuları severim. Bir parfüm dükkanında tüm gün geçirmek terapidir ya da denizde sırt üstü yatıp yaşadığın her an için teşekkür etmek… Bir de eşim gibi bir yol arkadaşım varken keşfetmenin tadını çıkarıyorum, bilmediğim ne var ve kaldıysa.
Yeni projelerinizden bahseder misiniz?
TV konusunda olanlarla devam ediyoruz. Shov, yarışma ve belgesel. Bir de roman geliyor. Uzun süredir ara vermiştim yazmaya. Bir dönem genç yer altı şairleri arasında iyi bir ismim vardı. Kim bilir bir şiir serisi de fena durmaz…
KISA KISA
İş: Hayatın ekseni
Kariyer: Eksenin eğimi
Reyting: Mitolojik bir Tanrı karakteri. Mesela Athena!
Mizah: En iyi konuştuğum dillerden biri…
Evlillik: Ustalık dönemim
Yorum yapmak ister misin?