Beğenmeme hakkımı saklı tutuyorum

Türkiye’nin ilk günlük Televizyon gazetesini çıkaran müzisyen ve gazeteci Sina Koloğlu, “Eskiden azınlık için dizi yapılırdı, şimdiyse çoğunluk için yapılıyor; beğenmeyen de izlemesin mantığı var. Ben de bunları beğenmiyorum ama beğenmeme hakkımı saklı tutarak takip ediyorum” diyor.

Sina koloğlu

Meslek tercihlerinde ailenin çok büyük bir etkisi vardır. Yetenek ve ilgileri doğrultusunda meslek seçme şansına sahip olan ve bu yönde ailesinden destek gören şanslı insanlardan biri Sina Koloğlu. Gazeteci ve müzisyen bir ailede yetişip gazetecilik yapması ve bir müzik grubunun kurucularından olması kaderi belki de… Uzun yıllardır Milliyet Gazetesi’nde televizyon sayfalarını hazırlayan ve “Rating Canavarı” köşesinde TV eleştirmenliği yapan Koloğlu, aynı zamanda Türkiye’nin en önemli müzik gruplarından Bulutsuzluk Özlemi‘nde 30 yıldır piyano/klavye çalıyor. İlk piyano derslerini annesinden aldığını dile getiren Koloğlu, “Yıllarca her Pazar Şan Sineması’ndaki klasik müzik konserlerine üşenmeden beni götürürdü. O günlerin büyük birikimi var” diyor. Koloğlu, babası Doğan Koloğlu’nun gazetecilik serüveni içinde de farkında olmadan Türkiye’deki siyasi gelişmelere, hikayelere ve karakterlere tanıklık ettiğini söylüyor. Galatasaray Lisesi’nin ardından Gazi Üniversitesi’nde okuyan Koloğlu, kariyer yolculuğunu anlatıyor.

TV eleştirmenliği konusunda Türkiye’de ilklerden birisiniz. Bu işe nasıl başladığınızdan bahseder misiniz?

Özel televizyon kuşağının çocuğuyum ben. Gazeteciliğe başladığımda aklımda ekran yoktu. Adliye muhabirliğinden başbakan takibi ve magazine kadar geniş bir yelpazede yer aldım. Bu arada Cumhuriyet Gazetesi’nde müzik söyleşileri de yazıyordum. Cumhuriyet’te şimdi Star’ın haber koordinatörü olan Uygur Eremektar televizyon sayfası yapmaya başlamıştı. Televizyon cazip gelmişti. Ben de onunla çalışmaya başladım. Cumhuriyet’te bir devrimdi bu, haber-yorum içerik ile farklı bir televizyon sayfası yapıyorduk. Sonra bir ara verdim. Tekrar Cumhuriyet’e döndüğümde özel televizyonlar başlamıştı. Bu alanda uzman muhabir oldum. Sonra Milliyet macerası başladı. Umur Talu Genel Yayın Yönetmeni olduktan sonra Azer Bortaçina ve Feray Öztürk ile Türkiye’nin ilk günlük televizyon gazetesini çıkardık. Umur benden günlük kısa kısa TV eleştiri yazıları yazmamı istedi. İşte o gün bugündür yazıyorum. Sanırım 20 yılı devirdim.

Profesyonel olarak müziğe de 1986 yılında Nejat Yavaşoğulları ile birlikte Bulutsuzluk Özlemi’nin kurulmasıyla başladınız. Bu süreç nasıl gelişti?

Nejat ile Galatasaray’dan arkadaşım Haluk vasıtasıyla tanışmıştım. Lise son sınıf yılları… O zamanlar Haluk ile birlikte mini konserler veriyorduk. Biri de Dostlar Tiyatrosu’nda olmuştu. Pablo Neruda’nın şiirlerinden bestelediğim (şimdi unuttuğum!) şarkıların yanı sıra Yunan besteci Mikis Theodorakis’tan şarkılar çalıyorduk. Nejat beni sahnede görmüş, beğenmiş! Sonra bir gitar bir piyano ile başladık. Davul ve bas katıldı aramıza. İlk konserimizde sanırım 50 kişi vardı. Sonrası tam da “Ne olduğunu anlamadık, bir baktık sahne üstündeyiz” durumu.

Müzik ve televizyon eleştirmenliği arasında bir tercih yapmanız gerekseydi hangisini seçerdiniz?

Ben galiba hayatımda “Ne olacağım?” sorusunu sormayanlar kafilesindeyim.

bulutsuzluk özlemiBulutsuzluk Özlemi dinleyicisini ne kadar tanıyorsunuz? Sizce dinleyici kitleniz hangi mesleklerle uğraşıyor olabilir?

30 yıl olunca dinleyici kuşaklara ayrılıyor. İlk dinleyicilerimiz bugün anne ve baba hatta torun sahibi oldular diyebilirim. Benim gördüğüm bizim kitlenin orta yaş ve üzeri kuşağı belli konumlara gelmiş başarılı olmuş bir kitle olduğu. Gençlerin ise şehirli ve sol eğilimli olduğu üzerine bir saptamam var. Eskiden rock, burjuva müziği olarak nitelendirilirdi sol kitle içinde. Bugünkü şehirli sol gençlik, Metallica dinliyor, internette uzman ve gelecekte mutlaka kendi mesleklerinde başarılı olacaklar.

Televizyonun ürettiği rol modellerin gençleri yönlendirdiğini düşünüyor musunuz?

Evet, yönlendirdiklerini düşünüyorum. Başarılı buluyorlar onları. Peki, kıstas nedir? Şöhret ve para. Televizyon varsa ve bu ülke günde ortalama beş saat TV izliyorsa, örneğin bu yaz ekrana gelecek dizi sayısı bir önceki yıldan daha fazlaysa ortalık rol modelden geçilmez. Özellikle genç kitlenin kız tarafında bu daha etkili.

Günde kaç saat TV izliyorsunuz?

Ev ahalisinden daha fazla diyeyim…

Eleştirmenlerin TV’yi beğenmemek üzerine izlediğine dair bir algı var. Siz nasıl bir izleyicisiniz?

Dizilerin amacı “İzlenme oranını” belli bir standartta tutturmak, onun için ne gerekiyorsa yapmak. Ve fakat bunun belli bir görsel ve anlatım kalitesinde olması da lazım. İzlenme oranları sistemi buna pek izin vermiyor. Eskiden azınlık için dizi yapılırdı, şimdi çoğunluk için yapılıyor beğenmeyen de izlemesin mantığı var. Ben de bunları beğenmiyorum. Ve maalesef onlar da çoğunlukta. Beğenmeme hakkımı saklı tutarak takip ediyorum, halkımızın neden beğendiğini çıkarmaya çalışıyorum.

sina koloğlu

Türk insanı eleştiriye pek açık değildir. Türkiye’de eleştirmenlik yapmak nasıl bir duygu?

Ben televizyonu dizilerden ibaret görmüyorum. Yeri geliyor gayet güzel propaganda aracı oluyor. Haberlerinden, kadın programlarına bir hakim görüşün sunumu oluyor. Mesela bunları tespit etmek, örneklerini yakalamak hoşuma gidiyor. Örneğin, ekranda buzlama olayı. Öyle bir boyuta geldi ki RTÜK “Ben buzlayın demiyorum” diyor. Ama içkiler buzlu. Bu bir baskının sonucunda oluşuyor. İçkinin kötülüğünü onu buzlayarak anlatmak doğru mu? Eleştirileri biraz da bu açıdan yapınca “Sizinle paylaşmak istedim” dürtüsü bende öne çıkıyor. “Bu iyi bu kötü” sığlığından kendimi soyutlamaya çalışıyorum. Bizde eleştiri ile hakaret, karşılığında eleştiriye tahammül ile dövmek birbirine karışıyor. Böyle olunca biraz yumuşak tonda gitmek daha faydalı oluyor. Ama bu çelişkiden faydalanıp daha meşhur olmayı tercih edenler de var.

İnternetin hayatımıza girmesiyle televizyonun popülaritesi azaldı mı sizce? Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Büyük şehirler bir de tüm Türkiye… İnternetin televizyonun popülaritesini azaltacak düzeye geldiğini zannetmiyorum. İnternet kafelere gidenlerin sayısı ne kadar? Bu önemli. Bir de nüfusun büyük bölümü bence hâlâ ekranın başında. Etkili ama daha küçük bir zümre, dediğiniz gibi internetten her işini hallediyor.

Türk ve dünya televizyonları arasındaki en temel fark nedir sizce?

Dünya televizyonlarını kendi içinde ayırmak lazım. Ama baktığınızda dizileri ile dünyada sözü edilir bir ülke Türkiye. Kanal sayısı çok ve bir ölçüde hareketli bir televizyon.

Çalışmaya başladıktan sonra “Gerçekten bu iş tam bana göreymiş” dediğiniz bir an var mı?

Bazen yazarken “Bunu benden başkası göremez” dediğim anlar oluyor. Hatta şunu iddia edebilirim ki televizyon programlarına “soldan” bakan benden başka bir TV eleştirmeni yok.

En çok gurur duyduğunuz özelliğiniz nedir?

Yaratıcıyım. Ama bunu bir tık ötelere taşıyacak çalışkanlıkta değilim.

Müzik kariyerinizdeki en son gelişmeler neler oldu? Gelecek planlarınızdan kısaca bahseder misiniz?

Grupla konserlerimiz devam ediyor. Belgesel müziklerim vardı, onlara yaptığım eskizleri ekledim. Ne yaparım diye düşündüm… Toplu olarak elimde bulunsun niyetine bir albüm çalışması ilk aşamalarda. Bütçe yettiğince zorlayacağım hayallerim var. Sanırım bu iş bir iki yılımı alır…

Medya:
Gazetecilik değil
Reyting:
Takip ediyorum
Televizyon:
Aptal kutusu diyenlere kızıyorum
Müzik:
Çok yakınımda
Kariyer:
Reddetmiyorum

Aydın Doğan Anadolu İletişim Meslek Lisesi’nin Gazetecilik Bölümü'nde yazılı basın muhabirliği, TV muhabirliği ve foto muhabirliği alanlarında eğitim aldı. Son sınıfta Milliyet Gazetesi’nin Cumartesi-Pazar eklerinde bir yıl boyunca staj yaptı. Ardından İstanbul Üniversitesi Radyo-Televizyon Yayıncılığı Bölümü'nden mezun oldu. Yedi yıldır birçok dergi için içerikler hazırlayarak fotoğraflar çekti.
**İçeriklerimizle ilgili görüş ve önerilerinizi editor@kariyer.net adresinden bize iletebilirsiniz.