Besteci ve orkestra yöneticisi ‘Timur Selçuk’

Sizce sanat yeteneği genetik mi?
Bu konuda aile ortamının çok önemli olduğuna inanıyorum. Ortam Türkiye’de sanata müsait olsa buradan çok daha özel ve güzel sanatçılarımızın çıkacağına inanıyorum. Okuma yazma bilmek şiir ya da roman yazma konusunda yeterli oluyor. Resim ve heykel biraz daha zahmetli. Müzik en zahmetlisi çünkü müziğin alfabesini yazabilmeyi öğrenmek lazım. Bunlar biraz daha geliştirilse Türkiye’den çok iyi, vasıflı sanatçılar ses sanatçıları başta olmak üzere çok sesli sanat müziği doğrultusunda çok güzel şeylerin çıkacağına ben yüzde yüz inanıyorum. Şunu da reddetmiyorum; kişinin kendinde de birtakım yatkınlıklar oluyor. Bunlar genlerle tabir ediliyor. Ama yatkınlığına rağmen ortam müsait değilse, sadece kulağı iyidir, dinlediği şarkıyı tekrarlayabilir, müzikten hoşlanır ama hiçbir zaman bu yönü keşfedilmez.  

Çocukluğunuz müzikle iç içe geçmiştir…
Küçüklüğümde sürekli ya tiyatro ya konser kulisindeydim. Çünkü annem de tiyatro emekçisiydi. Benim tiyatro müziklerinde başarılı olmam da oradan kaynaklanıyor. Tiyatronun ne olduğunu biliyorum, müziğin ne olduğunu biliyorum ve ikisini bir araya getirirken diğer sanatçılara göre daha başarılı oluyorum. Çünkü işin mutfağını biliyorum. Çocukluğuma göre zamanla değişen birtakım şeyler var tabii. Misafire gidildiğinde araba olmadığı için gece kalmaları olurdu. Benim çocukluğumda Kadıköy’den Şişli’ye geçildiğinde annem bırakmazdı. Ama şimdi durum böyle değil, bunlar zamanın getirdiği şeyler ve çok da iyi olmadığını düşünüyorum. Akşam yatısına kalındığında çok daha sıcak muhabbetler vardı, televizyon yoktu o zaman, şarkılar söylenir, sohbetler edilir, çaylar demlenir… Gene böyle şeyler yaratılabilir ama özünde değişmemesi gereken şeyler var evlat ebeveyn ilişkisi, toplumu oluşturan bireylerin birbirleriyle dayanışma içerisinde olmaları gibi. Bunlar değişmiyor ve muhafaza etmeyi bilmek lazım.

Babanızın eserlerinin telif hakları konusunda hassas davranıyorsunuz…

Bazı sanatçıların kendilerinin de müziklerinin de yüz göz olmaması lazım toplumda. Yani cıvık cıvık bir ilişki içinde olmamak lazım. Dostluklarda da böyle, evlatlarınızla ilişkinizde de, karı koca ilişkisinde de böyle… Yüz göz olunca denge kaçıyor ve birbirinizle her türlü her boyutta her şekilde konuşuyor hale geliyorsunuz ki işin tılsımı bozuluyor. Münir Nurettin bu konulara dikkat etmiş bir insan. Bir kere ben onun sanatçı bir çocuğu olarak buna dikkat etmek mecburiyetindeyim. Sanıyorum kendisi bir müziğinin reklam müziği olarak sabah akşam bir takım başka ürünler arasında çalınmasını arzu etmezdi. Belki yanlış düşünüyorum ama babamı tanıdığım kadarıyla böyle. Kendisi olsaydı belki farklı yaklaşacaktı ama ben tahmin etmiyorum. Ben de istemem bir şarkımın bu şekilde olmasını. Telefonlardaki melodilerde örneğin… İspanyol Meyhanesi şarkım beni aradığınız zaman çalar, o bir hoşluktur. Bu anlamda biraz muhafazakar yanım var. Ama bu tutarlı geliyor bana. 1000 yıl önce de bazı şeyler geçerliydi şimdi de. Birbirini seven insanların birbirine karşı saygılı ve tutumlu olmaları örneğin… Bunun bir parçası olarak benim babamın şarkılarına yaklaşımım böyle. Okuyacak olanlara da öğütlerim, doğru yorumlamaları yönünde.

“Tek sesli müzik dinleyen annesini, babasını, çocuklarını sever. Çok sesli müzik, birden fazla sesi değerlendirebilmek, toplumu sevebilmek demek.

 

Bir röportajınızda “Aslında hiçbir şey yaratılmaz, her şey zaten vardır sadece ortaya çıkarılır” demişsiniz…

Evet, gerçekten de böyle düşünüyorum. Yetenekli insan ve üretken insan olanları keşfeder. Akıl onun için vardır zaten ama akıla ahlak yol gösterirse akıl bir işe yarar. Yoksa atom bombasını yapan da çok akıllıydı bir insandı ama gitti Hiroşima’nın tepesine bıraktı, çünkü ahlaksızdı. Dolayısıyla akıl sadece bir şey ifade etmiyor, ahlak ona yol gösteriyorsa şayet, o zaman bir şey ifade ediyor. İnsan kumaşı da önemli.

Sizce iyi insan kumaşı nasıl olur?

İnsanı insan yapan vasıflar herkes tarafından bilinir fakat hayata geçirilmez. Yaşamın önemli bir parçası olan maddi anlamda kendi kendine yeterli olmak bence önemli. Birtakım insan değerleri; paylaşım, acılar karşısında duyarlı olmak, gülmeyi bilmek kadar ağlamayı da bilmek ve kötülükler karşısında kılıcını kuşanabilmek. Bu kılıç kırık bir kılıç olabilir. Önemli olan, kuşanabilecek güce sahip olabilmek. Diğer insan vasıfları da üretken olmak, üretken olabilmek için birikimli olmak. 80’lerden beri köşe dönme politikası geçerli bir politika oldu. İstanbul başta olmak üzere kötü şeylere yetenekli bir nüfus olarak görüyorum ben toplumumuzu. Kolaycılığa kaçan bir yaşam biçimini benimsedik. Ben özellikle ders aralarında öğrencilerimle sohbet ederim bunlarla ilgili, dertleşirim. O zaman ders hayatın bir parçası oluyor, bir sohbet gibi müziği paylaşıyor oluyoruz.

Günümüzün müzik piyasasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence doğru işlemeye başladı bizde bu piyasa. Yanlış işleyen ise bunun alternatifi olan kalıcı ürünler veren sanatçılarla ilgili olan müzik piyasası. Dengeyi sağlamak için karşı tarafta da bir denge olması lazım. Popüler müziğin bir de daha sanatsal ağırlıklı kısmı var. Fransa bu konuda çok dengeli bir toplumdur, örneğin. Bizde bir taraf sağlıklı gidiyor ama dengeyi sağlayacak olan bölüm maalesef yeterli değil. İşin diğer yanı gerçekten iyi işliyor, biz bu tüketim toplumuna kapılarımızı kapayamayız sadece sağlıklı tüketim nedir, onu öğretmeliyiz. Tüketim ve gelişmek teknolojinin yansımasıdır, bunu reddetmek insanı reddetmektir. Ama o tarafa ağırlık vermenin toplumları nereye götürdüğü, ne kadar çıkmaz sokaklara ittiği, toplumu nasıl yalnızlaştırdığı, dünyanın dışında bir kavanoz haline getirdiği ortada. Buna en iyi örnek Amerikan toplumudur. Irak olayı ortada ve hala Bush’u destekleyen insanların oranı yüksek. Halbuki o insanlar da sağlıklı bilgilendirilseler muhakkak çok yoğun bir şekilde karşı çıkarlar. Yani insan kumaşı her yerde aynıdır, sadece medyasında, yönetiminde farklı yönlendirildiği için cahil bırakılıyorlar.

“Kötülükler karşısında insan kılıcını kuşanabilmeli. Bu kılıç kırık bir kılıç olabilir. Önemli olan, kuşanabilecek güce sahip olabilmek. “
Sizin için özel olan eserleriniz var mı?

Tüm eserlerimi dinlemekten mutluluk duyuyorum, iyi ki yapmışım diyorum. Ben inançlı bir insanım ve hep misafir olduğumuzu düşünerek bakıyorum. Çok kısa süreli bir misafirlik… Soluduğum havanın karşılığını öğrenci yetiştirerek ve müzik yaparak veriyorum. Bu bir anlamda ilahi bir görev. Gerçekten çok az kişiye verilmiş özel bir yetenek. Zaten böyle bir anne babanın çocuğu olmak özel bir şey. O bakımdan bu görevi yerine getiriyorum. Öğrenci yetiştirerek, eser vererek.. Opera da yazdım, müzikal de yazdım, reklam müziği de yaptım. O da bir disiplindir; 20 saniye içerisinde bir ürünü en iyi şekilde anlatmak. En zor bestecilik sınavı bu bence. Ben o 20 saniyelik reklam müziğinde bile topluma ne katabilirim diye düşünüyorum, bir şeyler öğretmek için araç olarak kullanıyorum. O da nedir, çok sesli müzikler konusunda toplum hala yabancıdır. Çok sesli müzik demek yakınlarınızdan başka kişileri de sevmeyi öğrenmek demek. Tek sesli müzik dinleyen annesini, babasını, çocuklarını sever. Çok sesli müzik demek birden fazla sesi değerlendirmek demek, toplumu sevebilmek demek.

Tarihle ilgili pek çok eser verdiniz. Hayran olduğunuz bir tarihi kişilik, yaşamak istediğiniz bir dönem var mı?

Kendi geçmişimle ilgili pek bir bağlantım yoktur, kendimle ilgili eleştirileri kesmem, okumam, resimlerimi saklamam. Ancak toplumumla ilgili tarih benim için önemlidir. Osmanlı Tarihi, Cumhuriyet Tarihi, Sanat Tarihi bunlara yakın dururum. Çünkü onlardan örnek alırım ders çıkarırım, onun ötesinde öykü okumayı, araştırma yazıları ve şiiri severim. Osmanlı, Kurtuluş Savaşı… Ben hep o dönemde yaşayarak müziklerimi yapıyorum zaten. Benim malzemelerim Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği olduğu için, o eserleri çok inceliyorum. O besteci nasıl bir sosyal ortamda yaşıyordu, acaba akşama evine kim misafir geldi, kime misafir gitti, nerede fasıl yaptılar ya da sevdiği bir insan var mıydı gibi kendi kafamda senaryolar yazıp, o dönemin kıyafetlerini üstüme giyip ya köy yollarında bir Yunus Emre olurum sırtımda alıç küfesi yahut da bir Dede Efendi olurum. O bakımdan o dönemlerde yaşıyorum. Mesela Galatasaray’ın 100. yıldönümü, ben Galatasaray Lisesi mezunuyum, spor klübünde de uzun yıllar lisanslı yüzücü olarak spor yaptım. Şu an 100. yıl için senfonik bir eser hazırlıyorum, ismi de Gül Baba, bizim okulun kuruluşunu ona borçluyuz. 1460’lı yıllarda II. Beyazıd ava çıkar, yorulur uzakta bir kulübe görür, Gül Baba’nın kulübesidir, Gül Baba da ermiş bir kişidir. Gider onunla sohbet eder, dile benden ne dilersen deyince, Beyazıd bir okul istemiştir. Galatasaray Lisesi’nin olduğu yere 30 dönüme bir okul kurulmuştur. İşte bunun üzerine senfonik bir şiir yazacağım. Birinci bölümünü bitirdim, birinci bölüm avdı. Ava çıktığında neler düşünebilir, bu hayvanları öldürme adına değildir, büyük bir olasılıkla çocukluğunu yaşıyordur, tavşanların kuşların arasında. İşte bütün bunları yazmak için ya II. Beyazıd olacaksınız ya Gül Baba olacaksınız ya Yunus Emre olacaksınız. Dolayısıyla biz onları giyiyoruz ister istemez. Münir babam hep Fatih Sultan’la Atatürk’ü bir tutardı. O genç yaşta İstanbul’u fethetmek gibi bir başarı çok önemli. Ben Osmanlı Tarihi’ndeki bütün kişilere hayranlıkla bakmışımdır, tarihiyle geçmişiyle onur duyan bir insanımdır.

Müziğini yapmak istediğiniz bir oyun ya da hikaye var mı?

Kafamda bir küçük proje var; onu kızım Hazal’la yapmayı düşünüyorum. O da Amerika ‘da oyun yazarlığı eğitimi aldı.12 Eylül öncesini ve sonrasını bir opera olarak sergilemeyi istiyorum, “keşke olsa” dediğim şey bu.

**İçeriklerimizle ilgili görüş ve önerilerinizi editor@kariyer.net adresinden bize iletebilirsiniz.