Toplantı odasının spot lambalarla ışıldayan masası üstüne onlarca kağıt saçılmış. Tavana monte edilmiş projeksiyondan beyaz duvara bol grafikli ve renkli bir slayt yansıtılmış. Masanın etrafındaki beş kişi ise ne sunuma ne de önlerindeki kağıda bakıyorlar o an. Toplantı başladığından beri on dakikada bir yinelenen duraklamalardan biri yaşanıyor yine…
Genel müdür Gökhan Bey, bölüm yöneticisi Dilek Hanım ile ortak, ikisinin de sevdiği konulardan konuşuyorlar. Genel müdür asistanı ve diğer bölüm çalışanlarıysa onları sıkıntıyla dinliyorlar. Belki de on kez yaşadılar bu durumu bugün. Her yeni slayt açıldığında Gökhan Bey yurtdışından, özellikle Fransa’dan örnekler verdi. Ve konu buradan çıkıp Fransa’ya, Paris’e, Fransızca’ya, Sorbonne’ye gitti. Masanın etrafındaki diğer iki bölüm çalışanını ifrit eden yalnızca bu Fransa mevzusu değil ama. Yöneticileri Dilek Hanım’ın genel tutumundan da oldukça şikayetçiler.
Hanımefendi toplantı başladığından beri sanki her şeyi kendi yapmış gibi anlatıyor. “Benim düşüncelerim, benim sistemim, şöyle planladım…” benzeri cümleler havada uçuşuyor.
Oysa Elif de Zeynep de çok iyi biliyor o çalışmaların nasıl yapıldığını. Dilek Hanım çoğu kez, “Hadi bakalım kızlar,” deyip kenara çekilirken, ikisi gecelere kadar mesailere kalıyorlardı. Hoş Dilek Hanım’ın onlarla birlikte mesaiye kaldığı nadir gecelerde de durum değişmiyordu. Birkaç yıl tecrübeli iki çalışan yöneticilerinin teorik bilgideki eksikliklerine, yaptığı hatalara şaşırıp kalıyorlardı. “Yoksa,” diye düşünüyorlardı çoğu kez, “iş hayatı gerçekten de bilgiden çok ilişkiye mi dayanıyor? Yani kendini ne kadar ‘ben her şeyi biliyorum’ sloganıyla satarsan, üst amirinle aranı iyi tutarsan yükseliyorsun. Bir de sürekli politik olup, diğer bölüm çalışanlarıyla, özellikle yöneticilerle, aranı iyi tutmak da var.
Toplantı bitip de herkes odasına çekildiğinde Zeynep elindeki dosyayı masasına fırlatıyor. Elif de ondan farklı değil o an. Yüzlerinde öfke ve bıkkınlık var.
İlk konuşan Zeynep oluyor:
-Tek derdi kendini pazarlamak, kendi kariyerinden başka bir şey düşünmüyor!
Elif daha sessiz ama aynı öfkeyle:
-Bir buçuk saatlik toplantının rahat otuz dakikası sağdan soldan muhabbet, Avrupa’dan haberler ile geçti, diyor.
Zeynep:
-Biz işte bunu yapamıyoruz, diyor. Başımıza ne geliyorsa hep şu iş odaklılıktan geliyor. Biz gidip de başka bölüm yöneticileriyle sohbet edemiyoruz, genel müdürle şakalaşamıyoruz, üzerimizde hep bir iş ciddiyeti.
Elif:
-Ama, diyor, bizim gibiler olmasa işler hiç yürümez.
Zeynep:
-Doğru ama işin kaymağını hep ilişkiyi iyi yönetenler yiyor. Eski şirketimde de böyleydi. İki tane şefimiz vardı o zaman ve müdür emekliye ayrılınca birinin boşta kalan koltuğa geçmesi gerekiyordu: “Ali Bey ve Hasan Bey’di isimleri. Ali Bey çok sosyaldi, mesaisinin yarısında başka odalarda bölüm olarak yaptıklarımızı, iş dünyasındaki yeni trendleri, çok iyi sistem kurmak gerektiği gibi konularda konuşmalar yapardı. Fakat konu işe gelince ortada bir icraat yoktu. Hasan Bey’se herkesle gayet resmi, işinin ehli bir kişiydi. Ali Bey bir yaptığını on anlatırken, Hasan Bey mütevazılıktan kırılırdı. Sonuç beklendiği gibi oldu: Ali Bey yeni müdürümüzdü. Şirketlerde doğru dürüst performans değerlendirme olmayınca, böyle sonuçlar gayet normal…
Dilek Hanım’ın yarım kalan sohbetini Gökhan Bey’in odasında tamamlayıp geri dönmesiyle, Zeynep Hanım sustu. Herkes masasına geçmiş işinin başına dönmüştü. Zeynep ile Elif mesaiyi çoktan bitirmişlerdi. Çalışmak, ortaya bir şeyler çıkarmak istemiyorlardı. Onlar kimsenin umurunda değildi ki.
Gökhan Bey de yine onlara göre başarısız bir yöneticiydi. Toplantı boyunca kuru bir teşekkürü iki uzmana çok görmüş, Dilek Hanım’a havaalanından, duty free’den aldığı çikolataları anlatmayı daha çok tercih etmişti. Böylece bölümün motivasyonu amiyane tabirle baltalanmıştı.
Öğleden sonra Dilek Hanım yine gözden kaybolmuştu ve dedikodu başlamıştı. Şirketlerde bir şey yanlış olunca domino taşı gibi her şeyi etkiliyordu işte. Motivasyonsuzluk, artan dedikodu kumkuması, stres… Fakat bu kez Zeynep ve Elif Hanım yalnız değillerdi. İnsan Kaynaklarından arkadaşları Selim de onların yanındaydı. Bu kez Selim geçmiş tecrübelerinden örnekler veriyordu.
-Üç yıl önceki şirketimde patronum müdürümüzü Türkiye’nin en iyi İK’cısı olarak görüyordu, onun üstüne tanımıyordu. Sevgili müdürüm patronumuzun gözünü nasıl boyamışsa, bu hale getirmişti işte. Tabii bunda patronumuzla müdürümüzün kişilik olarak birbirlerine benzemelerinin ve ortak zevklere sahip olmalarının da etkisi çoktu. Zaten yöneticiler hep kendilerine benzeyen çalışanları tutarlar. İK Müdürümüz kurallara pek uymayan, fazlasıyla inisiyatif kullanan, yerine göre acımasız biriydi, tıpkı patronumuz gibi. Durum böyle olunca da işler gayet güzel, tıkırında gidiyordu. Şirket çalışanları İK politikaları yüzünden kan ağlasa da müdürümüz Türkiye’nin bir numaralı İK’cısıydı işte.
Zeynep bu duruma itiraz etti ve:
-Sadece birbirine benzemek yeterli değil ama, dedi. İlişkiyi yönetmek, sosyal olmak da çok önemli. Şirketlerde maalesef kendileri hakkında olumlu kamuoyu oluşturanlar kazançlı çıkabiliyorlar o işten.
Elif de ekledi:
-Tabii bir de pazarlama var. Böylelerine göre en kötü sonuçlanan işler bile mükemmel çalışmalar oluyor. En basit uygulamaları süper sistemler olarak adlandırmak, başarısızlığı asla kabul etmemek ve insanları buna inandırmak işin püf noktaları. Ama biz böyle yapamıyoruz işte. Bazı şeyler kişilik meselesi. Kişiliğinde azıcık mükemmeliyetçilik, öz eleştiri varsa iş dünyasında çok iyi bir çalışan olabilirsin ama yükselebilir misin bilinmez.
Elif’in son cümleleri ile odaya karamsarlık dolmuştu. Gerçekten de bu kadar kötü müydü her şey?
Selim bu kasvetli havayı dağıtmak istercesine:
-Hadi ama, dedi. Bu kadar da kötü değil her şey. Ben ciddi ciddi performans değerlendirme yapan, çalışan ile çalışmayanı ayıran şirketlerde de çalıştım.
-İnsanlar ilişki yönetimiyle bu tür değerlendirmeleri de kendi lehlerine çevirebiliyorlar, diyerek itiraz da bulundu Zeynep.
Fakat Selim kararlıydı:
-Haklısın. Fakat ortaya somut, ölçülebilir hedefler koyduysan, lafla yürüyen peynir gemileri batacaktır. Bilginin önüne geçen ilişki yönetimi, yalnızca ciddi bir performans değerlendirme sistemiyle yıkılabilir.
İki mutsuz çalışan da, “Haklısın,” diyerek desteklediler bu sözü.
Fakat Selim’in sözü daha bitmemişti:
-Ama şunu da unutmayın ki gerçekten bir yerlere gelmek istiyorsak ilişki yönetimimizi geliştirmeli ve bilgimizle birleştirmeliyiz. Benim gördüğüm çoğu üst düzey yönetici; hem bir birim değil on birimlik iş yapan, hem de bunu yirmilik diye satanlardandı.
Kariyer Dergi Şubat 2009
Yorum yapmak ister misin?