Büyük oyuncu ‘Müşfik Kenter’

Müşfik Kenter’in gözlerinizin içine bakarak, o tarifsiz sesiyle bu sözleri söylediğini düşünün. Etkilenmemek mümkün mü? Ömrünü tiyatroya adamış büyük bir yeteneğin, sanata sahip çıkma çağrısına nasıl kayıtsız kalınabilir?

Büyük oyuncu Müşfik Kenter’i kelimelerle anlatmak kolay değil. Karşısına geçip sorular sormak, onu biraz daha yakından tanımaya çalışmak hiç değil. Konuşurken bakışları keskin, sesi büyüleyici. Neşelenip güldüğündeyse ışık saçıyor. Emirgan’daki evine konuk olduğumuz sanatçı sorularımızı yanıtlarken biz de onun ışığını yakalamaya çalıştık.

Bir röportajınızda oyuncu olmayı düşünmediğinizi, ablanız Yıldız Kenter’in yönlendirmesiyle konservatuara başladığınızı söylemişsiniz.
Evet, ben tiyatrocu olmak istemiyordum. Daha doğrusu hiçbir şey olmak istemiyordum. Çocukların genelde kafalarında bir şey olur; polis, itfaiyeci, pilot falan olmak isterler. Bende hiç öyle bir istek yoktu. Bir yandan çocuk tiyatrosunda oynamama rağmen oyunculuğa da aynı şekilde kayıtsızdım. Ama şimdi elbette mutluyum oyuncu olduğum için. 

Konservatuara başlamanız nasıl oldu?
Biraz erken yaşta başladım, lise birinci sınıftaydım o zaman. Sınava girdim, kazandım ama okulumdan iyi hal kağıdı alamadığım için kaydımı yaptıramadım. Bir iki kez disipline gitmiştim. Ama öyle yaramaz bir öğrenci de değildim, sadece çok gülerdim. Biri bir yaramazlık yaptığında en çok gülen ben olurdum, hocalar da ilk beni görürdü herhalde. Neyse sonra iyi hal kağıdını hallettik ve okula başladım.

Hep çok yakın olduğunuz kişilerle birlikte çalışmışsınız…
Tabii, bu birçok tiyatrocu için böyledir. Bizim yaşamımız, işimiz. Çok zor günlerimiz oldu. Birbirimize yardım ettik. Bütün oyuncular için geçerlidir; hep anlatılır ya annesi öldüğü gece sahneye çıkanlar, çok hasta olmasına rağmen oyunu tamamlayanlar… Gerçekten bütün oyuncular bunları yaşıyor. Böyle durumlarda hep kolladık birbirimizi. Bir de tabii oyunculuk alışveriş işi. Sahnedeki o alışveriş çok önemli. Birinin gözünden ne demek istediğini anlayabilmek bambaşka bir sonuç çıkarıyor ortaya. 

Bir günde iki üç farklı oyunda oynadığınız oluyormuş….
Öyle bir dönemimiz oldu. Hatta dört oyunda oynadığım günler bile oldu. Zaten üç oyunda oynuyordum, sonra biri kaza geçirmişti, onun yerine çıkmıştım.

Yorucu olmuyor muydu?
Gençtik o zaman. Çok çalışıyorduk. Başka ne yapacaktık ki? Gece en son oyundan sonra rahmetli Şükran Güngör’le sevinçten dans ederek çıkardık tiyatrodan.

Çok kısa sürede nasıl ezberliyorsunuz metinleri? O ezberlemek değil tam olarak. Orada bir kişi oluyorsunuz ve onu konuşuyorsunuz. 

Hakkınızda yazılanlara bakınca, Hamlet performansınızla ilgili muhteşem övgülerle rastlıyoruz. Söyleyenlere teşekkür ederim ama ben kulak asmam öyle sözlere. Sahneye çıkıyorsunuz ve bildiğiniz en iyi şekilde oynuyorsunuz. Bu kadar. Belki şimdi oynasam daha farklı oynarım, belki de daha iyi oynarım, bilmiyorum. Ama Hamlet’i İngiltere’den önemli bir yazar gelip izlemişti ve “Bu Hamlet’i dünyanın her yerinde oynayabilirsiniz” demişti. Bu benim için önemliydi.

Çok etkilendiğiniz, çok severek oynadığınız bir rol oldu mu?
Bütün rollerimi severek oynadım; birbirlerinden farkları yok benim için. Sevmeden zaten oynamam. Bazıları televizyonlarda çıkıp anlatıyor; “Bir deliyi oynamam gerekiyordu, araştırma yaptım, doktora gittim, hastanede yattım falan” diye…  Oyunculukta böyle bir şey yok. Kafanızın içinde yaratırsınız, sahneye çıkarsınız, oynarsanız ve oyun bittiğinde o rol de biter. Sahnededir her şey. Oyuncu oynadığı rolün etkisinde kalmaz. 

Özellikle sevdiğiniz bir oyun yazarı veya ülke var mı?
Hemen her ülkeden yazarların oyunlarını oynadım. Öyle özellikle sevdiğim bir ülke tiyatrosu olduğunu söyleyemem. Ama tercih etmem gerekirse mutlaka bizim Türk yazarların oyunlarını tercih ederim.

Türk oyun yazarlarından hangilerini beğeniyorsunuz?
Hiç isim vermek istemem çünkü birileri dışarıda kalabilir. Hepsini beğeniyorum. Böyle bir devirde sanatla uğraştıkları, sanat adına bir şeyler yaptıkları için. Genç oyuncular için de öyle. Hiçbirine kötü demem. Yeter ki tiyatro adına bir şeyler yapmaya devam etsinler.

Nasıl bir öğretmensiniz?
Aslında bunu öğrencilerime sormak gerek ama öyle çok sert bir öğretmen değilim. Onların hepsi benim arkadaşlarım. Arkadaş gibi yaklaşıyorum. Sanırım benim derslerimi seviyorlar. Ama gerektiğinde hatalarını söylerim tabii ki. Ben öyle konuşmayı çok seven bir insan değilim. Hele eskiden neredeyse hiç konuşmazdım. Oyun biterdi, benim de ağzım kapanırdı. Belki bütün konuşma isteğimi sahnede bitiriyordum. En çok da gazeteciler yakınırdı benim bu huyumdan. “Müşfik Bey, siz de hiç konuşmuyorsunuz” diye sitem ederlerdi. Yaşım ilerledikçe biraz daha konuşur oldum.  

Özellikle genç neslin tiyatroya ilgi göstermediğinden yakınıyorsunuz. Sizce bunun nedeni ne?
Sadece gençler değil büyükler de ilgi göstermiyor. Ama eskiden beri bu böyle. Şimdiki durum için birçok neden sayabiliriz aslında ama önce pratik nedenlere bakmak gerek. Aklıma ilk gelen, İstanbul’daki trafik sorunu. İnsanlar gelemiyorlar. Gelseler bile arabalarını park edecek yer bulamıyorlar. Örneğin eskiden Şişli’deki Kenter tiyatrosuna Kadıköy’den çok izleyici gelirdi, artık mümkün değil. Tiyatronun önüne arabalarını park ettiklerinde belediye çekiyor. Yaşam çok zorlaştı bu şehirde. Bazıları özel tiyatroların pahalı olduğunu, insanların o yüzden gelmediğini söylüyor.

Son dönemde devlet tiyatrolarıyla ilgili alınan kararları nasıl değerlendiriyorsunuz? Devlet tiyatroyu sırtında bir kambur olarak görüyor. Son dönemde yapılanlar da hep bunu gösteriyor. Ankara’daki konservatuar binamız harikaydı; dünyanın çok az yerinde öyle güzel bir konservatuar binası vardır. Ama şimdi orası Mamak belediyesi oldu. Bütün bunlar bir şeylerin işaretleri. Artık biraz gözümüzü açmamız, sanata sahip çıkmamız gerekiyor. Aslında insanlar tiyatroya ilgisiz gibi görünseler de bu tür şeyler olduğunda tepkilerini ortaya koyarak destek oluyorlar. Bu da bir işaret.

İş dünyası tiyatroya nasıl destek vermeli?
Her türlü desteği verebilirler. Sponsor olsunlar. Bir oyunu sahnelemek, prodüksiyonunu gerçekleştirmek çok masraflı bir iş. Özel tiyatrolar bu masrafın altından kalkamaz hale geldi. Devletin ayırdığı ödenekler de yetersiz. Eğer sponsor bulabilirsem ben hemen bir oyun yapmak istiyorum örneğin. 

Yazları hala Datça’daki evinizde mi geçiriyorsunuz?
Evet, eşim Kadriye’yle birlikte her yaz gidiyoruz. Büyük bir bahçemiz var. Orada zaman çok güzel geçiyor. Kışın da İstanbul’a dönüyoruz.

Tiyatronun dışında başka bir sanatla ilgilendiniz mi? Bir hobiniz var mı?
Hiç ilgilenmedim, hiç ihtiyaç da duymadım. Zaten neredeyse tüm zamanım çalışarak geçti. Çalışmadığım zamanlarda okuduğum, ilgi gösterdiğim her şey yine tiyatroyla ilgiliydi. Hiç başka bir şeyle uğraşma isteği duymadım.

Hep Emirgan’da mı oturdunuz? Evet, uzun yıllardır Emirgan’da oturuyoruz. Bir ara Bebek’te bir bodrum katında oturmuştuk. Bodrum katıydı ama çok güzel bir evdi, çok severdim. Boğazın bu taraflarını çok severim. Anadolu tarafında oturmayı hiç istemedim.

Kediniz olduğunu görüyorum. Kedileri çok mu seviyorsunuz? Eskiden kedileri hiç sevmezdim, küçükken bir tanesi köpeğimin gözünü oymuştu. Yıllarca hep köpek besledim. Bir İrlanda seterim vardı, çok güzel bir hayvandı. Öldüğünde çok üzülmüştüm. O sırada komşunun köpeği doğum yapmıştı, eşim de bana bir  Kafkas çoban köpeği yavrusu getirdi. Onu da sevdim tabii. Ama o da zamansız öldü. Belki de iklime olan dayanıksızlığından fazla yaşayamadı, bilemiyorum. Kafkaslar’ın iklimiyle İstanbul farklı tabii. O kadar üzüldüm ki artık köpek beslememeye karar verdim. Ama iki yıl önce bir kedimiz oldu. Daha doğrusu yavruyken bahçede yaşıyordu, pencereyi sürekli tırmıklayarak kendini zorla içeri aldırdı. İsmini Jackie Chan koyduk, inanılmaz yüksekliklerden atlayışlar yapıyor.

**İçeriklerimizle ilgili görüş ve önerilerinizi editor@kariyer.net adresinden bize iletebilirsiniz.