Hakan Gerçek, “Bu ülkenin seyirciye ihtiyacı var”

Hakan Gerçek, krize ve tiyatroların her geçen gün daha da kötü duruma gitmesine rağmen kendi özel tiyatrosunu, Tiyatro Gerçek’i kurdu. Şimdilerde tek kişilik oyunu Van Gogh ile sahnelerde. Gerçek, tek kişilik oyunun sahne üzerindeki müthiş bir yalnızlık olduğunu söylüyor. Ama diğer anlattıkları Türkiye’de tiyatronun da aslında müthiş bir yalnızlık yaşadığını gösteriyor.

Taksim’de Tiyatro Gerçek’in küçük, mütevazi ve oldukça keyifli mekanında buluştuk Hakan Gerçek’le. Yeni tiyatrosu, yeni oyunu, atölye çalışmaları ve daha birçok şeyden bahsettik. Bütün bu yeni çalışmaları hakkında konuşurken Hakan Gerçek oldukça keyifliydi ama konu ne zaman ki Türkiye’de tiyatroya verilen değere ve tiyatrocuların yaşadığı zorluklara geldi, işte o zaman gerçek bir üzüntü gördüm yüzünde. O anlatırken gözünüzün önünde öyle sıkıntılı bir manzara ortaya çıkıyor ki, şunu anlıyorsunuz; bugün, bu şartlara rağmen hala tiyatrolar ayakta durmak için çabalıyor, oyuncular hala mükemmel performanslar ortaya çıkarıyorsa, ortada gerçek bir sanat, gerçek bir aşk var. Ve bizim de bunu hem kişisel hem de iş dünyası olarak korumamız gerekiyor. Çünkü bir tiyatrocunun ağzından şu sözleri duymak gerçekten çok acı; “Bir kaç yere sponsorluk için başvurduk, hiç kimse tiyatro olduğu için yüzüne bile bakmıyor. Ben merak ediyorum acaba illa ki spor kulübü mü olmak, illa ki televizyona bir şeyler mi yapmak gerekiyor?”. Röportajdan çıktığımda aklımda bir düşünce vardı; biz yalnız bıraktık, bütün bunları toparlamak da bizim elimizde…

Artık zamanı gelmişti
Profesyonel anlamda 24 senedir tiyatro yapıyorum, hatta amatörlüğü de katarsak 27 senenin verdiği bir birikim var. Kenter Tiyatrosu’nda başladım, hiçbir zaman için kendi tiyatromu kuracağım gibi bir hisse kapılmadım çünkü Kenter Tiyatrosu da benim tiyatromdu. Ama son 2-3 senedir böyle bir kaşıntı geldi bana  “Ne yapabilirim acaba?” diye. Bir de herhalde yaşınızla, geride bıraktığınız kariyerinizle, artık zamanının gelmesiyle ilgili bir şey. Üstüne bir de “Artık sen kendi başına bir şey yapmalısın” şeklinde çevremin baskısı da oldu. O duygu gittikçe daha da güçlendi. Geçen yaz bir anda dedim ki; “Tamam ben bu işe gireceğim, hatta senelerdir aklımdaki oyun Van Gogh’la başlayacağım.”

Hüzün önemli bir şeydir, hüzünden çok şey çıkabilir
Van Gogh bir portre ve tek kişilik bir oyun. Aklıma tiyatromun yapısını konsept olarak portrelere ayırmak geldi, yani biraz porteleri anlatan, içinde biyografik unsurlar olan bir oyun dizgisi yapmak istedim. 21 sene önce Müşfik Bey oynadı oyunu. Ben de o zaman asistanıydım, oyun hakkında fikir sahibiydim. O yüzden çok fazla zorlanmadım, sadece çok fazla çalıştım. 4 ay kadar sürekli 70 sayfa tekstle yalnız başımaydım. 70 sayfayı ezberlemek, gerçekten anlamak için çok çalıştım. Oyunda Van Gogh’un tüm hayatı, aşkları, resme nasıl yaklaştığı var. Bir yandan projeksiyonla resimlerini de gösteriyoruz. Oyunu seyrettiğiniz zaman oldukça hüzün ve acı var içinde diyeceksiniz. Biraz Van Gogh’un da hoşuna gidiyormuş galiba bu acıyı, bu hüznü çekmek ben öyle hissediyorum. Ama bir yandan ben de seviyorum hüznü. Acıyı sevmem de hüznü severim. Hüzün önemli birşeydir. Hüzünden çok şey çıkabilir. Yeter ki biz onun doğru noktalarını yakalayabilelim. Van Gogh’u da Van Gogh yapan böyle bir hüznü, acıyı yaşamasıydı. Onun hüznünden, acısından o tablolar çıkmış.

Bu kurduğum tiyatro aslında herkese, her şeye bir tepki
Bu kurduğum tiyatro aslında herkese, her şeye bir tepki. Çünkü özellikle sanatta başarılı olan insanların bu tip atılımlar yapması gerektiğini düşünüyorum. Yani artık “Her şeyi bırakıyorum” diyip, Ege’nin bir sahil kasabasına yerleşmenin çok saçma ve gereksiz birşey olduğuna inanıyorum. Çünkü Ege kasabalarına her zaman gidebiliriz. Gideriz kalırız, 3-5 gün ya da çok dinlemek istiyorsak 6 ay. Ama önemli olan kendi üzerimize düşen görevi çok sağlam yapabilmek. 2000’lerin Türkiye’sinde artık daha fazla çalışmak gerektiğine inanıyorum. Yani ‘Ülkem, milletim’ diye boşa atıp tutmaların yerine gerçekten herkesin çalışması gerektiğine, herkesin kendi branşında üstüne düşeni yapması gerektiğine inanıyorum. Bu benim için bir tiyatro kurmaktı. Bizim aydınlar ve sanatçılar olarak bir kenara çekilip ortalığı başkalarına bırakmamamız lazım. Bugünün Türkiye’sinde bu çok tehlikeli.

Tek kişilik oyun, oyuncu için sahne üzerindeki müthiş bir yalnızlıktır
Tek kişilik oyun, oyuncu için sahne üzerindeki müthiş bir yalnızlıktır. Yani perde açıldığı an ilk lafınızı ettiğiniz an her şey biter. Geri dönüşünüz yok, o uçağı ya kaldıracaksınız ya da tepe taklak yere çakacaksınız. 300-500 kişinin gözü sizde ve herkes sizi kontrol ediyor. Karşınızda biri daha olsa ona bakarken başka bir şey yapabilirsiniz ya da dinlendirebilirsiniz kendinizi. Yani anlayacağınız inanılmaz büyük bir yalnızlık tek kişilik oyun oynamak. Bu yalnızlığımı ben bir tek kişiyle giderdim o da oyunun müziklerini vokal olarak yapan Oya Küçümen. Yani Oya’nın sesi geliyor bazı yerlerde. O zaman kendimi yalnız hissetmiyorum. Ama bütünü içinde gerçekten çok zor. Yani 1. perde 45 dk. 45 dakika bu süre boyunca ben seyirciyi diri, canlı tutmak zorundayım. Yani bakışınızla, ifadenizle, sesinizle, herşeyinizle o seyirciyi ayakta tutmanız gerekiyor. Bir an boşlarsanız seyirci uyur, sıkılır, kalkıp gider, beğenmez sonunda iyi alkışlamaz. Seyirciye kendinizi beğendirmeniz lazım. Bizim işimiz zaten beğendirmek üzerine kurulu yani bizi tek mutlu eden şey bu. O 1,5 buçuk saat bittiği zaman bende bitiyorum, ama mutlu oluyorum.

Şiir dinletisi ve atölye çalışmaları yapıyoruz
Ekim’den beri Atilla Birkiye ile birlikte atölye çalışması yapıyoruz. Bu çalışmamızın amacı tiyatromuza bir alt yapı oluşturmak, öğrencilerle bildiklerimizi paylaşmak, tiyatroyu paylaşmak… Onun yanında bir şiir gösterimiz de var. Atilla Birkiye’nin, Yanıtsız Mektuplar da Hicran adlı kitabındaki şiirleri ve mektuplarını metin olarak kullandık. Vedat Sakman müziklerini yaptı. Vedat Abi sahnede şarkılarını canlı olarak söylerken ben de şiirlerini ve mektuplarını okuyorum.

Seyirci merak etmiyor, ettirilmiyor da…
Devlet,şehir tiyatrolarında ve özel tiyatrolarda çok güzel oyunlar izliyorum, çok yetenekli arkadaşlarımız var. Ama bence seyirciyle ilgili de bir problem var. Bir kere seyirci merak etmiyor. Oyunlar biraz daha ucuz olduğu için daha çok şehir ve devlet tiyatrolarına gidiyorlar. Özellerde de, devlet ve şehir tiyatrolarında da bir oyunu seyredip “Bundan sonra ben tiyatro izlemeyeceğim” dediğim oyunlar oluyor. Bu benim işim, onun için izlemek zorundayım. Ama bunu meraklı olmayan bir izleyici üzerinden düşünürsek; kötü bir oyuna denk geliyor, o zaman da “Tiyatro bu muymuş?” diyor ve bir daha gitmiyor. Şanslı bir adam ise güzel bir oyuna denk geliyor, o ona bir ivme kazandırıyor, tekrar oyun seyretmeye gidiyor. Ama sürekli iyi oyun olmak zorunda değil ki, kötü oyunlar da olabilir. Yani seyirci de merak etmiyor. Bizim seyircimiz “Maç var,  kar yağdı, uzak orası, orda arabamı nereye park edeceğim” gibi kendine bir sürü bahane bulabiliyor. O nedenle ben tiyatrolardan çok seyirciye sitem ederim. İyinin arkasından çok kötü bir oyun seyredebilirsiniz. Bu sizin bir daha tiyatroya gitmeme nedeniniz olamaz. Bir daha gitmek zorundasınız, çünkü siz ayakta tutacaksınız seyirci olarak bu sanatı. Seyirci olmazsa biz olmayız ki. Ama bir yandan seyirciye de bir şey diyemiyorum, kimse bize bu işleri merak ettirmedi ki. Seyirci maalesef tükendi.

İlkokullarda sanat dersi okutulmalı
Seyirci anlamında, bir sanat sever anlamında bizi kim, hangi düzen yetiştirdi ki? Yetiştirmediler, merak ettirmediler. İlköğretim 4.-5. sınıflara sanat dersi konulmalı. şu anki gibi sadece resim dersi değil. Bu ülkenin izleyiciye daha çok ihtiyacı var çünkü. O çocukları müzelere, galerilere, oyunlara daha çok götürseler, onlara bir estetik beyni kazandırsalar, emin olun 10 sene sonra 20 yaşlarında olacak bu çocuklar mutlaka kendi başlarına merak edip, oyunlara, konserlere gideceklerdir. Yoksa kimse anasının karnından “Ben bir tiyatro severim” diye doğmuyor. Size o estetik beyni oluşturacak bazı koşullar gerekiyor. Devlet büyüklerinin de sevmeseler bile topluma örnek olmak adına bu alanlarda görünmesi lazım. Ayda 1kere bir oyuna katılıp birkaç gazetede çıksalar örnek olurlar.

Sanat beraberinde hoşgörüyü getirir
Sanat, yapılması gereken en son şeymiş gibi görünüyor. Oysa ki en önde giden şey olmalı. Çünkü sanat hoşgörü getirir size. Sanat daha yaygınlaşırsa 3. sayfa haberleri daha azalacaktır, biz birbirimizi daha iyi anlayacağız, o zaman hoşgörülü olacağız. Herşeyin bir nedeni olabileceğini daha iyi göreceğiz. Olaylara tek bir açıdan değil, bir çok açıdan bakabileceğiz.

Bir salon olsa harika olur ama biraz zor
İleride tek kişilik bir Cemal Süreyya portresi yapmak istiyorum. Başka bir proje daha var, onu biraz saklı tutuyorum. İki şarkıdan yola çıkarak Ege’yi, İzmir’i anlatan bir sokak portresi yapmak istiyorum. Ama şu günlerde en çok peşinde olduğum şey, bir salon. Onu da yapacağım ama ne zaman bilmiyorum. Bakın ben şu anda tek kişilik bir oyun çıkardım. Herkes sanıyor ki sadece ben gidip oyunu oynuyorum. Benim arkamda 8 tane teknik ekip. Bir sürü masraf yapıyorum. Aslında başından beri anlatmaya çalıştığım bu; seyircimiz olsa bizler bunları söylemek zorunda kalmayacağız çünkü seyirci zaten bizi tatmin edecek. Bir kaç yere başvurduk, hiç kimse tiyatro olduğu için yüzüne bile bakmıyor. Ben merak ediyorum acaba illa ki spor kulübü mü olmak, illa ki sabah şekerleri mi yapmak gerekiyor bu ülkede? İlla ki televizyona bir şeyler mi yapmak gerekiyor? Bu ülkede kaç tane değerli sanatçı var? Bu insanlara hiç mi içlerinden bir parçacık destek olmak gelmiyor insanların? Olay para da değil. Sponsorluk anlamında ben para talep etmiyorum ki, mesela diyorum ki “Benim gazete ilanımı karşılayın. Bana salon ayarlayın. Bunu ortak yapalım, adınıza prestijli bir iş yapın, tiyatroya destek olun”. Olanlar elbette var ama çok az. Kendi adıma konuşmuyorum bütün tiyatrolara destek olunmalı.

Şirketler de sanatçılara ve sanata destek çıkmalı
Birçok şirket var. Her şirket kendi grubunu alıp 100-200 kişi ya da daha az kişiyi ayda 1 kere tiyatrolara götürse tiyatroya yardım yapmış olacak zaten. Yani bir, iki oyunu doldursalar, o da bir şeydir o tiyatro için. Yani herkesin daha çok destek olması gerekiyor. Çünkü gerçekten bazı meslekler özeldir. Sanat özel bir şeydir, sanatçı da özel bir insandır. O yüzden en azından onların kollanması, korunması gerekir diye düşünüyorum. İş dünyasının da bu anlamda desteği gerekiyor. Yani sadece bu ülkede futbol, basketbol takımları yok.

 

Van Gogh’u izlemek isteyenler için Nisan ayı takvimi
Akatlar Kültür Merkezi – İstanbul
11 Nisan 2009 Cumartesi Saat: 20.30

Kenter Tiyatrosu – İstanbul
28-29 Nisan 2009 Salı-Çarşamba Saat: 20.00

Tiyatro Gerçek hakkında daha fazla bilgi ve diğer etkinlikler için www.tiyatrogercek.com

**İçeriklerimizle ilgili görüş ve önerilerinizi editor@kariyer.net adresinden bize iletebilirsiniz.