İmaj satar… Kişisel markanızı oluşturun!

Hiç kendinizi başlı başına bir ürün olarak düşündünüz mü? Belki sizin de imajınızı belirleyip kişisel markanızı oluşturmanız gerekiyor. Çünkü satacağınız şey her neyse – bir ürün, hizmet yada fikir – önce kendinizi satmalısınız.
Başarılı şirketler imajın bir ürünü satmada ne kadar önemli olduğunu biliyor. Bütün marka stratejileri imaj üzerine kuruluyor. Bir ürünü pazarda satılacak kadar cazip hale getirebilmek yani “göz alıcı” bir marka yaratmak için inanılmaz para ve enerji harcıyorlar. Aynı şekilde insanların imajı da onların iş yaşamındaki değerini büyük ölçüde belirliyor.
Hoşunuza gitsin veya gitmesin, yansıttığınız görüntü, diğerlerinin sizin zekanız, karakteriniz, yetenekleriniz hakkında oluşturduğu fikri büyük ölçüde etkiliyor. Bunun iş yaşamında ne anlama geldiğini bir düşünün… İnsanlar sizi görüyor ve anında kendi kafalarında mevcut kategorilerden birine yerleştiriveriyorlar. Bu yüzden nasıl giyindiğiniz, saçınız, makyajınız, aksesuarlarınız, yani bir bütün olarak görüntünüz profesyonel ve kişisel yaşamınızda çok büyük önem taşıyor. İnsanların size olan davranışlarını belirliyor.
İş yaşamında imaj o kadar önemli ki, müşteri kazanamama, satış yapamama, terfi edememe gibi başarısızlıkların nedenini araştırdığınızda altından çoğu zaman imajla, daha doğrusu başarısız bir kişisel marka çıkıyor. Başarısız bir kişisel marka profesyonel yaşamda size anlaşmalar, üyelikler veya yeni iş fırsatları kaybettirirken kişisel yaşamda arkadaş da kaybettirebiliyor.
Kişisel markanız için ne yapıyorsunuz?
Pazarınızda para edecek kadar özgün ve çekici bir marka yaratmak için siz ne kadar zaman ve çaba harcıyorsunuz? Belki birçok kişi bu soruyla ilk kez yüzleşiyor. Çünkü kişisel imajın önemini yeterince kavramış bir azınlığın dışındaki profesyonellerin çoğu için bu soru ancak bir “duvara çarpma” deneyiminden sonra ortaya çıkıyor. Bir anlaşmayı yapamayan veya terfi şansını kaçıranlar ancak bu üzücü durumdan sonra kişisel imajları hakkında düşünmeye başlıyor.
Bir işkadınıyla ilk kez karşılaştığınızı düşünün… İş ilişkilerinizi geliştirmek, yeni müşteriler edinmek amacıyla katıldığınız bir toplantıda tanıştırılıyorsunuz. İlk bakışta kadının giysilerinin neredeyse 10 yıl öncesinin çizgilerini taşıdığını fark ediyorsunuz. Saç stili ise modern olmaktan çok uzak, hatta özensiz. Gözünüz ayakkabılarına kayıyor; pek de zevk sahibi olduğu söylenemez… Daha sonra hayret içinde bu kadının bir şirketin sahibi olduğunu ve o an sizin çalıştığınız şirketin çok ihtiyaç duyduğu bir hizmeti çok uygun şartlarla sunduğunu öğreniyorsunuz. Hemen anlaşma yapmanız gerektiğini biliyorsunuz ama yine de bir şeyler sizi tereddütte bırakıyor. İşte bu tereddüt noktası, kişisel markanın önemini gösterdiği yer.
Kişisel markasını doğru oluşturamamış iş kadını örneğinde olduğu gibi aslında kişinin kendi imajı sattığı ürünün imajının önüne geçebiliyor. Örneğin modern olmayan bir giyim tarzı, “bu insan zamanı yakalayamıyorsa onunla geleceğe dair nasıl bir anlaşma yapabilirim?” kuşkularını doğuruyor.
Algıyla gerçeklik aynı anlama geliyor. Ne yazık ki hepimiz ilk 10 saniyede algıladıklarımızla gördüğümüz kişiler hakkında bir yargıya varıyoruz. Ancak bu durum tamamen beynimizin çalışma şekliyle ilgili olduğu için durumu olduğu gibi kabullenmek ve bunun bilincinde olarak davranmak en iyisi. Nasıl algılandığımızı düşünmeli ve imajımızı buna göre oluşturmalıyız. Kendimiz hakkında oluşacak yargıları nasıl şansa bırakabiliriz ki?
Belki şu anda kişisel imaj konusunda ciddi ciddi düşünmeye başladınız. Belki de nereden başlamanız gerektiğini merak ediyorsunuz. Yapmanız gereken aslında çok basit. Her şeyde olduğu gibi kişisel marka yaratma sürecinin de bir başlangıcı, gelişimi ve sonu var. İlk adım, kendinizi değerlendirmek. Bu değerlendirme, konuya daha geniş bir açıdan bakmanızı sağlayacak. Daha sonra bir eylem planı geliştirin ve harekete geçin.
Doğru imaja götürecek 8 soru
Kişisel markanızın ne derece çekici olduğunu anlamak için kendinize birkaç dakika ayırın ve soruları yanıtlayın. En önemlisi, dürüst olun! Verdiğiniz yanıtlarla bir imaj yenilemesine ihtiyaç duyup duymadığınızı kendinize itiraf edeceksiniz.                  
1.   Kariyerinizde değişiklikler oldu mu? Son zamanlarda pozisyonunuz ya da sorumluluklarınız değişti mi?
  1. Özel yaşamınızda önemli bir değişiklik meydana geldi mi? Kişisel markanız şu anki yaşam tarzınızla ya da profesyonel hedeflerinizle uyumlu mu?
  2. Gardırobunuzu en son ne zaman yenilediniz? Gardırobunuz iş yerinde aldığınız sorumlulukları yansıtıyor mu?
4.   Sizce birlikte iş yaptığınız kişiler sizi nasıl tarif ediyor? Zaman zaman yanlış anlaşıldığınızı hissettiren yorumlarla karşılaşıyor musunuz?
  1. Kişisel stilinizi en son ne zaman değiştirdiniz? Saçınızı, hobilerinizi, alışkanlıklarınızı en son ne zaman yenilediniz?
  2. Davranışlarınızla imajınız birbirini destekliyor mu?
  3. Kendine güveniniz ne durumda? Kendinizi yeterli hissediyor musunuz? Tedirgin olduğunuzda farkına varmadan tekrarladığınız davranışlarınız var mı?
  4. Doğru çatal hangisi biliyor musunuz? İş yaşamında bazı görgü kuralları çok önemlidir. Örneğin bir yemek davetinde hesabı nazik bir şekilde ödeyebiliyor musunuz? Birilerini karşılarken veya uğurlarken yapılması gerekenleri biliyor musunuz?
Sorulara verdiğiniz yanıtlar sizi mutlu etti mi? Yoksa karnınızda bir rahatsızlık hissi mi yarattı? Her iki durumda da artık insanların sizi ilk 30 saniye içinde nasıl algıladığı konusunda artık daha net bir bilgi sahibisiniz.
Kişisel markanız sizin rekabet gücünüz!
Günümüzün ekonomik koşullarında rekabet inanılmaz derecede artmış bulunuyor. Artık işe yaklaşımdaki ciddiyet her alanda kendini gösteriyor; özellikle de etiket ve davranış anlamında. Şirketler çalışanlarının yetkinliklerinin yanı sıra onları temsil etme kapasitesine de büyük önem veriyor. Artık sadece zeki ve eğitimli olmak yetmiyor. Böylesi bir ortamda doğru yerde doğru giyinemeyen, yemek davetlerinde doğru davranışları sergileyemeyen yani çekici bir kişisel marka oluşturamamış birinin de rekabet şansı kalmıyor.
Baş döndürücü hızla işleyen global pazarın başarılı bireyleri kendini birer ürün gibi görüp gerekli pazarlama ve iletişim faaliyetlerini yerine getirenler olarak tanımlanıyor. Artık vasatlığın başarısızlıkla aynı anlama geldiğini unutmamak gerekiyor.
Bir kişinin, algının gücünü anladığında kendi kişisel markasıyla doğru mesajları iletme konusunda artık daha dikkatli davranacağına şüphe yok. Üstelik hepimiz biliyoruz ki iyi göründüğümüz zaman, iyi hissediyoruz. İyi hissettiğimizde de istediğimiz güzellikte şeylerin de bizi istemesi daha ihtimal dahili oluyor. İş yaşamında başarılı olmak için kesinlikle iyi bir pazarlamacı olmak gerekiyor. En iyiyi kendimize çekmek için, en iyi olmak zorundayız!
 
Gözlerimizle karar veriyoruz!
İnsanların düşünme biçimi tamamen görselliğe dayalı. UCLA’de yapılan bir araştırma kararlarımızın yüzde 85’ini gözlerimizle verdiğimizi ortaya koyuyor. Araştırmaya göre iletişim anında insanın beynini harekete geçiren üç unsur bulunuyor: görsellik, sözler ve ses tonu. Ancak işin ilginç yanı, bu unsurlar eşit ağırlıklı olmaktan çok uzak. Görsellik bu üç unsur içinde yüzde 85’lik oranla öne çıkıyor.
**İçeriklerimizle ilgili görüş ve önerilerinizi editor@kariyer.net adresinden bize iletebilirsiniz.