Istakayla tarih yazan Türk: Semih Saygıner

Semih Saygıner 14 yaşında herkes gibi okuluna devam eden başarılı bir öğrenciyken anne ve babasını bir trafik kazasında kaybeder. Bu ani kayıpla sarsılan Saygıner, okuldan uzaklaşır. 16 yaşındayken bir arkadaşının önerisiyle bilardoyla tanışır. Bu tanışmanın ardından bilardo da kendini bulur ve bilardo oynayarak hayata tutunur. Bilardo oynamasıyla ilgili olumsuz yorumlara kulaklarını tıkayan Saygıner, bir yıl sonra 17’sindeyken İstanbul şampiyonasında birinci olur. Başarılar birbirini takip eder ve yurtdışında ülkemizi temsil eden, sayısız başarılar kazanan, 40 tane kendi adıyla anılan vuruşa, Mr. Magic, Turkish Prince ünvanlarına sahip bir bilardo gurusu ortaya çıkar. Yaklaşık üç ay önce dünyaca ünlü ıstaka markası Longoni, Semih Saygıner’e kendisinin imzasını taşıyan ıskalar üretmek istediğini bildirir. Projeyi Türk gençlerine destek olma şartıyla kabul eden Semih Saygıner’i yakın zamanda genç yetenekleri ve bilardoyu tüm Türkiye’yle tekrar tanıştırırken göreceğiz. Başarılı sporcumuz sorularımızı içtenlikle yanıtladı.

Longoni markası sizin imzanızı taşıyan ıstakalar üretiyor, bu fikir nasıl ortaya çıktı?

Longoni firması sanat eseri gibi çok özel ıstakalar üretiyor. Türkiye’de Longoni’nin iki yıldır distribütörü var. Teklif Longoni’den geldi, üç aydır bu doğrultuda çalışmalar yapılıyor. İmzamı taşıyan dünyanın en pahalı seri üretim ıstakasını yapacaklar. Aynı zamanda Eylül ayında poster çekimi yapılacak ve dünyada Longoni’nin olduğu tüm ülkelerde o posterlerle ürünler tanıtılacak. Dolayısıyla Türk olduğumu herkes bildiği için, Türkiye’yi tanıtmış olacağım. Bu benim çok önemli. Ama yine de yapılanların bununla sınırlı kalmasını istemedim. Türkiye’de bilardoyla ilgili çalışmalar istiyorum, bu konuda bazı projelerim var. Longoni’nin desteğini arkama aldım böylelikle Longoni’yle ticari işbirliğinden öte tam istediğim gibi bir anlaşma yaptık.

Türkiye’de bilardoyu geliştirme adına projeleriniz neler?

İki yıl önce kariyerimi dondurdum, hiçbir resmi turnuvaya gitmiyorum. Bu kararımın ardından bir dinlenme dönemi geçirdim, neler yapabilirim diye çok düşündüm. Sonuçta tek başıma da olsam bilardo ve gençler adına Türkiye’de bir şeyler yapmak istedim. Bununla ilgili Longoni’yi yanıma çekmeyi başardım. Amacım gençlere bilardoyu tekrar sevdirmek. Tüm Türkiye’yi kapsayan bir turne düzenlemek istiyorum. Sigara yasağıyla beraber bilardo salonları daha sağlıklı ortamlar olacak. Ailelerin de daha fazla destek olacağını düşündüğüm bir dönem olduğundan çok iyi bir zamanlama. Sporcu gençlere eğitimlerine önem vermeleri gerektiğini anlatıp, eğitiminde başarılı gençlere burslar vereceğiz. Bilardo oynayıp kendini geliştirenlere Longoni’den malzeme desteği vermek gibi planlar var. Gençleri özendirmek için; renkli ıstakalar, bilardo topu şeklinde kalemler, silgiler gibi tanıtım eşyaları üretilecek, bir kısmı destek amaçlı dağıtılacak… Ayrıca bir kitapçık hazırlamayı planlıyorum, içinde bilardo oynamanın faydası, ilgi çekici bir tarihçe ve birkaç vuruş yolu yer olacak. Longoni gibi büyük kurumun Türkiye’ye gelip bize destek olmasının gençleri motive edeceğini düşünüyorum.

Bilardoyu sizce özel kılan nedir?

Annemi, babamı kaybettikten sonra hayata boş bir şekilde devam etseydim, suçlu bile olabilirdim. Bilardo oynayarak bendeki yetenek ve çalışkanlığı sürekli etraftan besledim. Para kazanmıyordum ama gördüğüm ilgi ve destek bana çok şey kattı. Bilardo oyununun insan gelişime katkısı çok yüksek. Bilardonun içinde centilmenliği barındıran kendi kültürü var. Bilardo masasının başına geçmiş, bilse de bilmese de plan yapmış oyuncu, planı gerçekleşmediğinde ‘ben yapamadım der’ topa kabahat bulamaz. Çok gerçek bir oyun. Masaya bakılan yere göre beyin oyunu farklı algılıyor oynayan kişiyefarklı bakış açıları kazandırıyor. Aynı zamanda bilardo oynarken bir arada yaşayıp, sosyalleşiyor, öz eleştiri yeteneğiniz gelişiyor.

Bilardoyla ilgilenen gençlere neler önerirsiniz?

Gençler bilardo öğrenmek istiyorlarsa bilardonun spor olarak görüldüğü kulüpler, bilardo solanlarını tercih edebilirler. İnternette bolca bu konuda yardımcı bilgi var. Bilardo zor bir spor ama yetenek varsa her şey mümkün. Mesela şu an kulübümüzde 14 yaşında bir oyuncumuz var, 4 aydır oynamasına rağmen parladı. Yetenekli insan zaten kendini gösteriyor.

Türkiye’de sporun durumuyla ilgili neler söylenebilir?

Spor yapan, sanatla ilgilenen kişi gelişir ama şu an yarışmaları kazanmak her şeyin üstünde görülüyor. Sistem ve ailelere göre de para kazanmak daha öncelikli. Türkiye’de sporu tekrar konumlandırmalı, neden spor yapılması gerektiğini özellikle gençlere anlatmalıyız. Gençler spor yapmalılar, sporla sosyalleşmeli, iç içe yaşamı öğretmeliler. İnsanlar “Ben bu sporu, işi seviyorum, bu alanda ilerleyeceğim. O mesleğin bana kazandırdığı parayla da kendime bir hayat kuracağım demeliler. Mesela ben kendimi dünyanın en zengin adamı gibi görüyorum çünkü sevdiğim işi yapıp kaliteli bir hayat yaşıyorum.

Türkiye’de federasyon kurulması için çok çaba gösterdiniz, neler yaptınız?

Yurtdışına açıldım, gençlere bilardoyu anlattım, dünya şampiyonunu yendim, o yarışmanın kasedini aldım Türkiye’de yayınlattım. O yarışmanın bandı Türkiye’de yayınlandığı 92 yılında herkesin dikkatini çekti. O zamanın Gençlik ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Şükrü Erdem Türkiye Bilardo Federasyonu’nu kurdu, ben elimden geldiğince dikkatleri çektim. Ancak iki yıl önce kariyerimi dondurdum, hiçbir resmi turnuvaya gitmiyorum çünkü şu anki federasyon yönetiminin tutumunu beğenmiyorum. Sadece özel ve prestijli turnuvalara katılarak ülkemi en iyi şekilde temsil ediyorum.

Bilardonun geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Eskiden sigara içilmesi işimizi zorlaştırıyordu artık sosyal açıdan bilardoya ulaşmak çok daha kolay. Bilardonun günlük içinde olması da çok büyük avantaj. Kulüpler de artık sosyal kulüplere dönüşüyor. Bana göre yine de bilardonun durumu çok iç açıcı değil, çocukları bilardoyla tanıştırmak lazım. Çocuklar ve gençler çok fazla bilgisayar başında zaman geçiriyor, teknoloji iyi bir şey ama siz onu kullandığınız sürece…

Ne sıklıkta antrenman yaparsınız? Antrenmanlarınızda neleri hedeflersiniz?

Bu aralar arttırdım antrenmanları, Eylül ve Ekim aylarında önemli maçlarım var. Günde ortalama 4 saat antrenman yapıyorum.Bazen bir vuruşu bin kere tekrarladığım oluyor. Antrenmanlarda izleyenler şaşırıyor ama o vuruşlar sırasında oradaki en ince noktayı, algıyı yakalamaya çalışıyorum. Bilardo denilen şey; 2.84 metreye, 1.42 metrelik sınırlı bir alanda sonsuzluk… Bir vuruş sırasında oyuncuya top bir milim sağda gelebilir ama değilse değildir. Bu yüzden algının gelişmesi gerekir, o yüzden de o algıyı hissetmek için bir vuruşu gerekirse bin kere tekrarlamak gerekiyor.

Sizi en çok gururlandıran, mutlu eden başarınız hangisidir?

Şampiyonluğun yanı sıra 2004 yılında dünyada yılın bilardo oyuncusu seçilmem çok farklı bir duyguydu. Bunu bütün dünyadaki delegeler oyluyorlar ve 185 oyla birinci olduğumda, ikinci 105 oy almıştı.

Zeytin Dalı, Aşk Yakar dizilerinde sizi kamera karşısında gördük. Oyunculuk fikri nasıl ortaya çıktı?

2005 yılında takvimi çok kalabalık bir adamdım. Türkiye’de bilardo dışında başka bir şeye vakit ayırmam mümkün değildi. Aynı yıl federasyon tarafından verilen cezayla Türkiye, Avrupa ve dünya şampiyonasından men edildim ve boş zamanım oluştu. Tam o dönemde bir gün yeğenim Alp Emre Kököz rahmetli Tanju Korel’le buluşacaktı, birlikte gittik. Diyalek konuşmayı severim. Tanju Korel bu özelliğimi bildiğinden dolayı ‘Zeytin Dalı’ diye bir dizi yaptıklarını söyledi ve bana rol vermeyi önerdi. Ben de bu güzel bir kadroyla beraber çalışmak istedim ve böylelikle ilk rolümde gazino patronunu canlandırdım. Çok keyif aldım oyunculuktan, bir karaktere hayat vermeyi sevdim. Çekimler süresince Altınoluk’a gidip gidip geldim. Kamera karşısında olmayı sevince de bu yıl da Aşk Yakar’da oynadım. Bir sene önceden bu projeden haberim vardı, uzun süre üzerinde çalıştım, birçok kitap okudum. Kendimi izledim, beğenmediğim noktaların üzerine gittim. Müzik veya oyuncukla bir hayat elde etmeye çalışmıyorum ama her zaman yaptığım işe önem veririm. Aşk Yakar’ın 10’uncu bölümlerinden sonraki oyunculuğumu beğenmeye başladım.

Şarkı Söylemek Lazım yarışmasına katılmaya nasıl karar verdiniz?

2006’da Dünya Şampiyonası dönüşü iki yılı aşkın bir süredir federasyonla yaşadıklarımdan ötürü moralim çok bozuktu. Televizyonda Şarkı Söylemek Lazım’ın reklamını gördüm. Şarkı söylemeyi severim annemle beraber meşk ederdik ve beni musiki cemiyetine kayıt ettirmek isterdi. Bu sebeplerden ve profesyonel bir şarkıcıyla partner olma fikrini de sevip, biraz moral bulmak için katılmak istedim. Aradım yapımcı firmayı ve bu yarışmaya katılmak istediğimi söyledim. Onlar da çok sevindiler ve anlaştık. Konuyu amacından saptırmadan sonuna kadar yarışmayı sürdürdüm, son hafta mağlup oldum ama hiç üzülmedim. İlk defa ‘gönüllerimizin şampiyonusun’ lafını sevdim bu yarışma sonunda. Çünkü zaten bu yarışmada amaç gönüllere hitap etmekti.

Yarışmadan sonra müziğe ilginiz arttı mı?

Yarışma sonunda müzikle yakından ilgilenmeye başladım ve hala daha devam ediyorum. Paul Dwyer’den uzun süre klasik gitar dersi aldım ama bu gitar konçertosu vereceğim anlamına gelmiyor elbette.

Yakın dönemde yine farklı bir yönünüzle karşımıza çıkacak mısınız?

Bir biyografi kitabı hazırlıyorum, övünmek için değil, neler yaşayarak hangi bakış açılarıyla hayata tutunabileceği hakkında yazacağım.

Kısa Kısa
En sevdiğiniz müzik tarzı?

Türk Sanat Müziğiyle çok ilgileniyorum son zamanlarda.

Favori tatil yeriniz?

Çeşme.

En sevdiğiniz yemek?

Patlıcan musakka.

En sevdiğiniz, beğendiğiniz ülke?

Kolombiya. Fakir olmalarına rağmen kimse mutsuzluğu tercih etmemiş. Az parayla güzel yaşanan bir ülke.
 

Gazeteci olmak için yola çıkarak Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Basın Yayın eğitimi aldı. Sektörel yayınlarda tecrübe kazanan, 2007 yılında Kariyer’de Editör olarak çalışmaya başlayan Nogay, 2011’den bu yana Genel Yayın Yönetmeni olarak görev yapıyor.
**İçeriklerimizle ilgili görüş ve önerilerinizi editor@kariyer.net adresinden bize iletebilirsiniz.