Yönetici veya çalışan; iş yaşamında birçok kişi farklı fikirleri sessizliğe gömmeyi tercih ediyor. Acaba konuşmanın bedeli gerçekten de susmanın bedelinden daha mı ağır?
Herkesten farklı düşündüğümüzde birçoğumuz sessiz kalmayı tercih ediyoruz. Bazen bir ilişkiyi olduğu gibi korumak veya bir işi gerçekleştirebilmek için yapılacak en doğru, hatta tek şey olduğunu düşündüğümüzden, susuyoruz. Ancak bu eğilim, korumaya çalıştığımız o ilişkiye zarar veriyor ve yapmak istediğimiz şeyi yavaşlatıyor.
Bir susma örneğini, iş dünyasına getirdiği değişik yaklaşımla yıllardır en çok okunan bant karikatürlerden Dilbert’in bir karikatüründe görebiliriz. Kahramanımız Dilbert, şirketin en üst düzey yöneticisinin kötü bir karar vermek üzere olduğunu fark eder ve kendi bölümünün yöneticisine “Ona söylememiz gerekmiyor mu?” diye sorar. Yöneticisi de şöyle yanıt verir: “Evet, asla değiştiremeyeceğimiz bir karara karşı çıkarak kariyerlerimizi bitirelim. Bu gerçekten de harika bir fikir.” Şüphesiz, yöneticinin söylediğinde doğruluk payı var. Konuşmanın bazı bedelleri olabilir. Ancak hesaba katılması gereken bir unsur daha var; o da sessiz kalmanın bedeli.
İnsanlar sessiz kalma deyince çoğu zaman bir yönetici karşısındaki suskunluk durumunu anlıyor. Ancak bazen yöneticiler de çalışanlarına karşı kendilerini susturuyor. Kendini rahatsız hisseden bir yönetici, sırf çalışanın sessizliğini bozmamak için ona negatif hiçbir şey söylememeyi tercih edebiliyor.
Sessiz kalma fenomeninin en yaygın örneğini, toplantılarda görüyoruz. Hemen hepimiz, alınmakta olan kararla ilgili bazı sorunlar olduğunu bile bile sessiz kaldığımız bir toplantıda bulunmuşuzdur. Böylesi durumlarda kapıdan çıkarken uzlaşmaya varıldığı için ne kadar mutlu olduğumuzu söylüyoruz ama kapalı kapılar arkasında “Ne zaman kaybı! Asıl sorunlardan bahsetmedik bile” diyoruz.
Sessiz kalma kararını verirken birtakım kar – zarar hesapları yapıyoruz ve bu hesaplar sonucunda çoğu zaman sessiz kalmak en mantıklı davranış gibi görünüyor. Ama bu değerlendirmeler çoğu zaman kısa vadeli oluyor ve uzun vadeli değerlendirmeler yapmakta yetersiz kalıyoruz. Çünkü sessiz kalmak ancak kısa vadede olumlu bir etki yaratıyor ve uzun vadede bu olumlu etki yerini, hatalı kararların acı sonuçlarına bırakabiliyor.
Peki, herkesten farklı düşündüğümüz bir durumla karşılaştığımızda ne yapmalıyız? Özellikle yerleşik davranış kalıplarına karşı gelmemizi gerektiren bir durumla karşı karşıya isek, konuşarak bu küçük farklılıklardan nasıl yararlanabileceğimizi düşünmemiz gerekiyor. Bunu, normları zorlamak gibi algılamak yerine, fikrimizi söyleme ve başkalarının ne düşündüklerini anlamaya çalışma sürecinin bir parçası olarak değerlendirmeliyiz.
Konuşmadığımız zaman bir fırsatı kaçırdığımız hepimiz fark edebiliyoruz. Ancak bunun ötesinde bazı çok daha ciddi bedeller söz konusu olabiliyor. Çünkü sessizlik bir kısır döngü. Kendinizi susturduğunuzda olumsuz duygular beslemeye başlıyorsunuz ve bu, sizi o anki mevcut ilişkinizden uzaklaştırmaya başlıyor. En sonunda da artık konuşmaya hiç isteğiniz kalmıyor. Bir ilişkide ne kadar suskun kalıyorsanız, gelecekte konuşmanız da o kadar zorlaşıyor.
Suskunlukla mücadeleye başlama için ilk olarak, suskunluğun, insanların konuşmanın doğru olmadığını düşündükleri zaman oluştuğunu anlamak gerekiyor. Susan insanların yanlış bir şey yapmadıklarını düşünmeleri, durumu daha da karmaşıklaştırıyor. İkinci olarak bu durumu değiştirme gücüne sahip olduğumuzu fark etmemiz çok önemli. Sorun için başkalarını suçlama eğilimi taşıdığımız sürece kendi gücümüzün farkında olmamız da zorlaşıyor. Sorunun bir parçası olmadığımızı düşünmek, çözümün de bir parçası olamayacağımız anlamına geliyor.
İşle ilgili sorunları tartışırken amaç; “her konuda anlaşmak” olmamalı. “Karşılıklı olarak birbirimizi anlaşacağız” ilkesinden yola çıkmak gerekiyor. Bu, gerçekten de çok önemli bir fark. Bazen insanlar kendini susturuyor ve biz onların fikirlerinden faydalanamıyoruz, bazen de herkes her şeyi paylaşıyor ve hiçbir yere varamıyoruz. Bu iki yaklaşımın da bize hiçbir faydası olmadığı ortada.
Peki, suskunluğumuz, düşüncelerimizi yeteri kadar iyi ifade edememekten korkmamızdan ileri geliyor olabilir mi? Bazı durumlar ve kişiler için, evet. Düşünceleri ifade etmekte başarısız olmanın, hiç konuşmamaktan daha kötü olabileceği durumlardan söz etmek mümkün. Ancak iletişim becerilerini öğrenmek çoğu kimse için tahmin ettiklerinden daha kolay olabiliyor. Eğer sadece oturup “ben düşüncelerimi iyi ifade edemiyorum” demekle yetinirseniz, sorunu çözmeye hiç de yardımcı olmuyorsunuz. “O benim yöneticim, o ne derse o olur” diyerek kesip attığınızda da durumu değiştirme gücünüzün bulunduğunu reddetmiş oluyorsunuz.
Küçük fikir ayrılıkları, ifade edilmedikleri sürece birbirleriyle karışarak, yuvarlanarak büyüyor ve bir çığ haline geliyor. İşe, küçük fikir ayrılıklarını tartışarak başlarsanız, büyük sorunları tartışmak için silahlarla donanmanıza da gerek kalmayacaktır.
Yorum yapmak ister misin?