Karikatüre ne zaman başladınız?
Ben karikatürist olmayı çok istemedim, asıl merakım ve eğitim gördüğüm alan resimdi. Ama 1976’da mizah dergileri, özellikle Gırgır çok popülerdi. Genç bir insan olarak yaptıklarım görünsün istiyordum ve bunu göstermenin tek yolunun mizah dergisi olduğunu düşündüm o anki aklımla. Dergilere baktım, ben de böyle şeyler yapabilirim dedim ve çizdiklerimi yolladım. Böylece 16 yaşındayken hayatımda yeni bir dönem başladı. Oğuz Aral, daha hızlı yol alalım diye beni masasının yanına oturtturdu. Hatta o zaman Oğuz Aral Utanmaz Adam’ı çizerdi; bir macerası da Oğuz Aral ve Ergün Gündüz imzasıyla çıktı. Başkalarıyla da birlikte çalışırdı ama imza olarak ismi Oğuz Aral’ın yanında görünen tek hikaye bana aittir. Bu da tabii benim için büyük bir onurdu. Sonra da zaten karikatüristlik çok hoşuma gitti ve devam ettim. Bir yandan da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’ne devam ediyordum.
Gırgır’dan sonra mizah dergileri birçok bölünme yaşadı. Sizce bunun nedeni ne?
Tıpkı bir aile gibi düşünebiliriz aslında. Anne baba, çocuklar birlikte yaşıyorsunuz. Sonra çocuk dışarıda yeni bir hayat tanıyor, ev ona sıkıcı geliyor ve evden kopup kendi ayakları üzerinde yeni bir hayat kurmak istiyor. Mücadele edecek ki öğrenecek. Mizah dergileri de böyle. Ben 16 yaşında başladım; bir noktada ben artık farklı bir şey yapabilirim diyorsun ve kopup başka bir yere geçiyorsun. Sonra onlar da kendi içinde yine amipler gibi doğuruyor, onlar da kopuyor, onlar da kopuyor… Bu hala da devam ediyor.
Gelişmiş toplumlarda önce mizah dergileri vardır, sonra bunların devri biter, çizgi roman başlar diyorsunuz. Nedir bu türlerin misyonları?
Mizah dergilerinin de, çizgi romanların da bir misyonu var. Şehir kültürüyle ilgilidir bunlar, şehrin gelişimine paralel olarak gelişirler. Bütün gelişmiş toplumlarda bu böyle olmuştur. Çizgi romanın en çok geliştiği şehirlere bakarsanız; New York, Londra, Paris, Belçika, İtalya’da Roma ve Milano, İspanya’da Madrid ve Japonya’nın Tokyo şehri. Bunlar dünyanın en gelişmiş şehirleri. Şehir kültürü dememin sebebi bu. Türkiye’de popüler anlamda tutmadı çizgi roman, bir dönem bir furyaydı, geldi geçti.
Türkiye’de kaliteli çizgi romanın fazla tutmamasının nedeni, sadece şehir kültürüne ait bir şey olması mı?
Yayıncılar da bundan sorumlu. Bize daha çok Tommix Texas gibi İtalyan çizgi romanları geldi, ki onlar da çizgi romanın üçüncü sınıf türüdür. Bir zamanlar bunlar çok okunuyordu çünkü televizyon yoktu. Mizah dergileri de çok fazla okunuyordu. Bugün 30 -40 bin satan bir dergi çok satıyor deniyor. Halbuki biz 350 -400 bin satıyorduk. Daha iyi yayıncılar olsaydı çizgi roman daha gelişmiş olurdu diye düşünüyorum. Amerika’da ve Fransa’da kategoriler var, çocuklar önce çocuk çizgi romanları, çizgi masallar okuyor. Ondan sonra gençlikte Asteriks, Red Kit gibi maceralara geçiyor. Onlar bittikten sonra Conan gibi daha fantastik çizgi romanlara geçiyor. 30’lu yaşlardan sonra da çok kaliteli, neredeyse sinema gibi çizgi romanlar var, daha entellektüel bir mecra ortaya çıkıyor. Bu aşamalardan geçenler bunun devamını da getiriyor. Ama burada birine sorduğunuzda gençken okuyorduk diyor. İş adamı olunca okuyamıyor sanki… Bir de toplumumuzun yetiştirme tarzı da etkili. “Bırak hayalleri, biraz ders çalış” derler toplumumuzda. Ama hayal olmadan gerçek olmaz. Önce hayal kuruluyor, sonra o hayal maddeleşiyor. Jules Verne Aya Seyahat’i yazmasaydı, aya gitmek gerçek olmazdı. Jules Verne için o bir hayaldi ama şimdi o hayal gerçek oldu. Fantaziye ilgisizlik biraz toplumsal yapıdan da kaynaklanıyor. Bir çocuğun hayal gücünü geliştirdiğinizde ondan çok farklı şeyler çıkar. Bankacı veya manav bile olsa farklı, işinde yaratıcı bir insan olur.
Osmanlı gibi kelime anlamıyla fantastik bir kültürün mirasçısı olup fantaziye bu kadar ilgisiz olmamız ilginç değil mi?
Osmanlılar dünyanın en ilginç kültüründen biri. Kılık kıyafetler, saray yaşantısı, mimari projeler, her şey… Hazerfan Çelebi’nin fantastikliğini düşünsenize, adam kanat takıp uçmaya çalışıyor. Daha bunun gibi ne hikayeler var Osmanlı’da. Mesela savaşlarda askerlerin bir bölümüne kartal kanatları takıp düşmanı korkutmak için önden yollarlarmış. Biraz araştırınca daha neler neler çıkıyor. Bizde fantastik ve bilim kurgu türleri için inanılmaz bir kaynak var. Mesela Avrupa’da erkeklerde küpe yoktur, çingene adetidir. Ama Yavuz Sultan Selim kulağında küpeyle gezmiş bir padişah. Bugün bir erkek küpe taktığında insanlar “Kendini Avrupa’da mı zannediyorsun?” cümlesiyle yadırgıyor. Bu sana ait bir kültür, bunu yadırgamak yerine sahiplenmek gerekiyor. Şu an niye binicilik bizde popüler, herkesin yaptığı bir spor değil? Biz toplum olarak bu kültürden geliyoruz, sadece İngiliz sporu değildir binicilik. Ama tarihle kopmuşuz biz, insan kendi kültürünü bilmeyince insan, kendine başkalarının baktığı gibi bakıyor. Tarihi roman da çok fazla yok çünkü edebiyatta da çizgi romanda anlattığım aynı kademeler söz konusu. Önce belirli türler olması gerekir; polisiye, gerilim, vs. Ama biz kompleks toplumuz ve ara atlanıyor. Polisiye film yapmadan festival filmi yapıyorlar.
Kendi çizgi romanlarınızı yayınlamak için bir yayınevi kurmuştunuz…
Ben çizgi romanı çok seviyorum, çiziyorum ama yayınlanması da gerekiyor. Bunu bir basın kuruluşu yapmadığı için iş çizere düştü. Bu doğru bir sistem değil. Hem futbolcu hem de kulüp başkanı oluyorsun. İki arkadaşımla birlikte, “çizgi roman önemli ve estetik bir şeydir, bunu ciddiye almak gerekir” gibi bir noktadan yola çıktık. Para kaybettik ve kapattık. Bu tür bir yayının yaşaması için çok güçlü olması gerekiyor. Çok kaliteli malzeme kullanılıyor, kağıdı, baskısı, pahalı bir şey. Büyük yayıncılar ilgilenmiyor çünkü fazla garantici bir sistem var. İleriye dönük değil, hemen o gün hesaplanıyor. Ama o dergiler sayesinde Fransız Kültür Konsolosluğu’ndan geldiler, beni ve bazı arkadaşlarımızı Paris’e çağırdılar ve bana özel bir ödül verdiler.
Ünlü Picaldi Müzesi’ndeki ödülünüzü biraz anlatabilir misiniz?
Fransa’daki Picardi Katedrali’nde çok önemli bir müze bulunuyor. Burada hem Picasso gibi modern sanatçıların eserleri hem de 17. 15. yüzyıllardan müthiş eserler sergileniyor. Müzenin içinde bir de bir çizgi roman koleksiyonu bölümü var. Orada da dünyanın en önemli altı çizerinin eserleri sergileniyor. O sırada yedinci çizer olarak benden de katedrali konu alan bir çalışma istediler. Benim de 3000’li yıllarda Osmanlılar’ın tekrar dünyaya hakim olması üzerine bir çalışmam vardı. Biraz Star Wars gibi; hem klasik kıyafetler hem teknolojik unsurlar bir arada. O öykü içinde o bölgenin bir kompozisyonunu yaptım. Şu anda o müzede sergileniyor.
Çizgi film çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
1980’lerde bana Bahreyn’den bir iş teklifi oldu. Haritada bile olmayan, Basra Körfezi’nde bir adadaki bir animasyon şirketinde çizgi film çalışmaları yaptım. Döndükten sonra da bir reklam filmi, bir klip yaptım. Bundan iki üç sene önce animasyonda yeni bir devrin başladığını fark edip, bir sene boyunca başka hiçbir şey yapmadan animasyon teknolojisindeki gelişmeleri yakalamak için çalıştım. 15 profesyonel animasyon film yaptım. Zaten bu konuda Bilgi Üniversitesi’nde bilgisayarlı çizim dersleri veriyorum. Animasyon çok hızlı gelişen, çok önemli bir alan şu anda.
Şu an ne gibi projeleriniz var?
Şu aralar yine bir çizgi roman dergisi projesi var. Bir de Osmanlılar adlı projemi 80 dakikalık bir sinema filmi olarak hayata geçirmek için uğraşıyorum. Amerikalılar çok ilgileniyor bu projeyle. Türkiye’deki ilk çizgi sinema filmi olacak. Bunu tamamlayıp gösterime sokabilirsek iddia ediyorum, Türkiye’de en çok gişe yapan film olacak çünkü bizden bir şey.
Yorum yapmak ister misin?