ÇYDD kurucusu ve başkanı Prof Türkan Saylan, hayatını sosyal sorumluluk projelerine ve eğitime adamış bir idealist. Başarısının anahtarını ise ısrarcılık, dürüstlük, kararlılık ve iyi bir hırs olarak özetliyor. Hayatı bir an önce tanımak istediği için köy hekimi olmayı isteyen, öğrencilik yıllarında cüzzamla savaşmaya başlayan, ihtisasını kimsenin tercih etmediği deri ve zührevi hastalıklar üzerine yapan Türkan Saylan, bugün Türkiye’nin en güvenilir derneklerinden biri olan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin kurucusu ve başkanı. Binlerce kişinin hayatına dokunan, özellikle kırsal alanda yaşayan kız çocuklarının eğitimi için durmadan çalışan Saylan, kendini yine de bir işkolik olarak görmüyor. “Ben işkolik değilim. Çok iyi bir takipçiyim, başladığım işi bitirmek isterim. Emek veriyorum tabii ama sinemaya, tiyatroya, gezmeye de giderim, arkadaşlarımla da buluşurum. Uygar bir insanın ihtiyaç duyduğu şeylerden alıkoymam kendimi.”
Hayatınız boyunca sivil toplum örgütleri için çalışmışsınız. Kariyerinize neden böyle bir yön verdiniz?
Ben hekim olmayı çocukluğumdan beri istedim. Hayatı bir an önce tanımak istediğim için köy hekimi olmayı istiyordum. Evlendim, 2 tane çocuğum oldu. Tıp eğitimim sırasında bir sürü hastalık geçirdim dolayısıyla İstanbul’da kalmam gerekti. İhtisasımı kimsenin tercih etmek istemediği deri ve zührevi hastalıklar konusunda yaptım. Bu bölüme fuhuş nedeniyle gelen kadınlar ve cüzam konusu beni çok ilgilendiriyordu. Cüzamla öğrenciliğimde tanışmıştım. İhtisasımı işçi sigortalarında yaptım, burada işçiyi tanıdım. Bir yandan fuhuş yapan kadınlar, bir yandan cüzamlı hastalar nedeniyle tüm Türkiye’yi dolaştığım için Türkiye’nin temel toplumsal sorunlarını yakından gördüm. Hepsinin eğitime bağlı olduğunu gördüm. İstanbul’da tesadüfen öğretim üyesi olmaya çağrıldım, hiçbir zaman akademisyen olmayı istemiyordum. 38 senedir çalıştığım halde bugün de bir cübbem olmamıştır. Ben pratisyenlikten hoşlanan biriyim. Hep mutfakta çalışmaktan, hep pozitif düşünerek sorunları çözmekten yanayım.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin bu noktada kuruluş amacı ne oldu?
1989’da aynı fikirde olan birçok insanın katılımıyla kuruldu. Biz Atatürkçüyüz, çağdaşız diyoruz ama Türkiye’de milyonlarca kadın 2. ve 3. sınıf muamele görüyor. Nazım’ın da dediği gibi “ineğinden sonra gelir masadaki yeri”. Bu uçurumu nasıl yok edebiliriz, Atatürk’ün çocukları olarak laik düzeni nasıl sağlamlaştırabiliriz, 1946’dan sonraki çok partili rejimde sürekli dincilere ödün verilerek Türkiye’nin üniter yapısını ve laikliğini bozmak isteyen insanların karşısına daha bilinçli insanları nasıl yetiştirebiliriz diye düşündük ve 1989 yılında derneğimizi kurduk.
Atatürk ilke ve devrimlerini korumak, geliştirmek, bunu da çağdaş eğitim yoluyla yapıp çağdaş insana ulaşmak ve onlardan da çağdaş topluma ulaşmak amacına yönelik, bu amaçtan hiç sapmadan 17 yıldan beri çalışıyoruz.
Hangi projelerle başladınız, devam eden projeler neler?
Önce yoksul üniversite öğrencilerine burs vermeye başladık. Milyonlarca gencimiz kırsal alanlarda, eksik öğretmenlerle liseleri bitiriyor, hiçbir kurs görmedikleri halde üniversiteyi kazanıyorlar. Bu insanı heyecanlandıran bir çelişki. O çocuklara destek vererek en azından düzeylerini yükseltmeyi amaçlıyoruz. O tarihten beri Bir Işık Da Siz Yakın projesiyle 20 bin çocuğumuza yüksek öğretim bursu verdik. Ama ben bunun 100 bine çıkmasını hayal ediyorum. Türkiye’de 100 bin çocuğu destekleyecek kapital her zaman var. Herkes cebinden 100 lirayı ayırıp bir çocuk okutabilir. Bir de son yıllarda kız çocuklarının eğitimden çok geri kaldığını gördük. Avrupa Birliği’nin yaptığı araştırmalarla da ortaya çıktı ki biz 7 milyon okuma yazma bilmeyen insan üretmişiz, bunun 6 milyonu kadın. Bunun nedeni Cumhuriyetin 2. döneminde koruyucu aile planlamasının dışlanması ve bilinçsiz seçmenler üresin diye devlet ve hükümetler tarafından aile planlanmasının gerçek bir proje olarak kabul edilmemiş olması. Bu durum içinde en mağduru kız çocukları. 1 milyona yakın kız çocuğu okula gidemiyor. 1 milyona yakın kız çocuğu 8. sınıfı bitirip liseye gidemiyor. Bizim projelerimiz burs bularak okula giden kız çocuklarının sayısını artırmak üzerine kurulu. Ayrıca her ilçede bir kız yurdu olması gerekiyor. Sanata ve kültüre destek vermek istiyoruz. Mesela 51 tane güzel sanatlar lisesi var. Kurmuşlar, yetenekli çocukları da almışlar ama enstrümanları yok. Çeşitli projelerle gerekli araçları bulmaya çalışıyoruz. Okulların bahçelerine oyun parkları kuruyoruz. Van’da bir okula gitmiştik, çocuk hayatında ilk defa görüyordu bir salıncağı. Sponsorlar bularak ana sınıfları yapmaya çalışıyoruz. Çünkü okul öncesi eğitim, özellikle kırsal alanda dil sorunu olduğu için çok gerekli. Danone’la ana sınıfı projesiyle binlerce çocuğa okul öncesi eğitimi veriyoruz.
Günde kaç saat çalışıyorsunuz?
Herkes kadar çalışıyorum. Kafamı konsantre ediyorum bazı şeylere. Haftanın belli günleri derneğe geliyorum. Ama ben işkolik değilim. Çok iyi bir takipçiyim, başladığım işi bitirmek isterim. Arkadaşlarım bu konuda bana çok destek oluyor. Çok iyi bir ekibiz. Her zaman başladığımız işi sıkı takip ederiz. Emek veriyorum tabii ama sinemaya, tiyatroya, gezmeye giderim, arkadaşlarımla da buluşurum. Uygar bir insanın ihtiyaç duyduğu şeylerden alıkoymam kendimi. Ama önceden haftada 2 kere sinemaya gidiyorsam şimdi 1 kere gidiyorum. Mavi turlara çok çıktım, artık çıkmıyorum. Cüzam kongreleri, Behçet hastalığı için dünyanın her yerini gezdim. Kedim, köpeğim var, hayvanlarla yaşıyorum. İki torunum var. Mutlu bir anne oldum, mutlu bir babaneyim. İnsan hayatta isterse her şeyi yapabilir. Ben olumsuz şeylere hiç yokmuş gibi bakarım. Hep olumlu şeyler üzerinde yaşadığım için olumsuzluklar beni etkileyemez. Metastazım var, kemoterapi oluyorum, arada bir saçım dökülüyor, kanım düşüyor. Biraz sonra iyileşiyorum. Hiç yatağa düşmedim, direncim şimdilik iyi. Doktorum ne derse onu yapıyorum, idare ediyorum. İştahım da fena değildir. Yani kendimle barışığım.
Kurumlarla hangi sosyal sorumluluk projelerini yürütüyorsunuz?
Turkcell’le 5000 kız okutuyoruz, 1900 mezunumuz var. Onlardan geçen sene 550’ü üniversiteye girdi. Mercedes, meslek liselerinde 400 kızımızı okutuyor. Ericcson, Schneider Electric’le projelerimiz var. Doğuş Çocuk Orkestrası’yla yaptığımız projede elde edilen gelirle güzel sanatlar okullarına ihtiyaç duydukları enstrümanları alıyoruz. Boyner, Hakkari’deki kızlarımızın yaptığı kilimlerin satışını sağlıyor. Aras Kargo okullara göndereceğimiz herşeyi ücretsiz taşıyor. TNT bir kitap projesi yürütüyor, evlere gidip 2. el kitapları alıyorlar, binlerce okula götürüyorlar. HSBC, Metro kız öğrencilerine burs veriyor. Oriflame 500 kız okutuyor. Toplumsal sorumluluk projesi gerçekleştirmek isteyen kurumlarla neye göre çalışıyorsunuz?
Önce kurumlar bizi araştırıyorlar, bizi buluyorlar. Sonra biz onları inceliyoruz. Atatürk ilkelerinden sapmadan, Türkiye’nin ileri gitmesini isteyen insanların desteğini almak istiyoruz.
“İNSAN HAYATTA İSTERSE HER ŞEYİ YAPABİLİR. BEN OLUMSUZ ŞEYLERE HİÇ YOKMUŞ GİBİ BAKARIM. HEP OLUMLU ŞEYLER ÜZERİNDE YAŞADIĞIM İÇİN OLUMSUZLUKLAR BENİ ETKİLEYEMEZ.”
Türkiye’de sivil toplum örgütlerine insanların ilgisi ne durumda?
Biz bir 12 Eylül yaşadık. İnsanlar örgüt sözcüğünden korktu, canları yandı. İnsanlar çocuklarının bir şeylere karışmasından korkuyorlar. Ben de o dönemde iki evlat yetiştirdim. Çocuklarımın arkadaşları da bizimle kalıyordu, akşam çocukları sayıyorduk, birinin başına bir şey geldi mi diye. Bu konuda önemli mesafe kat ettik. Kadın konusundaki çalışmalar hızlı gidiyor. Dünyaya uyum sağlama konusunda Türkiye müthiş ilerliyor. Dikkat edin köylerde bile dernekler kuruldu. AB’nin de etkisiyle devlet karnesini iyi göstermek için, kadınları korumaya yönelik atılımlar yapıyor. Bunların hepsi birleşiyor ve Türkiye’de sivil toplum örgütleri gelişiyor. Bunun aksini söyleyenler bence yanılıyor. Ama sivil toplum örgütüyüm demek yeterli değil, eylem önemli. Pratikte ne yapıyorsun? Ülkene ne katıyorsun? Kimisi laf üretiyor, kimisi iş…
Gönüllüler size başvurduğunda nasıl bir yol izliyorlar?
95 şubemiz ve 15 bini aşkın üyemiz var. Evinize yakın bir şubeye başvuruyorsunuz, yaklaşık 6 ay gönüllü olarak çalışıyorsunuz, sizi inceliyorlar. Çok defa insanlar gönüllü geliyorlar ama bu kararlı oldukları anlamına gelmiyor. Bana küçük iş verdiler, benimle ilgilenmediler deyip gidenler oluyor. 10 kişi geliyorsa 1 kişi kalıyor ama o 1 kişi sağlam kalıyor. Bizim o gönüllülere ihtiyacımız var. Eğitim, kırsal alan, tanıtım, iletişim gibi komisyonlarımız var. Herkesin meslek ve eğitim durumlarına göre bu komisyonlarda görev veriyoruz. AB komisyonlarında dil bilen arkadaşlara ihtiyacımız oluyor.
Bugüne kadar yaptıklarını değerlendirdiğinizde nasıl bir sonuç çıkarıyorsunuz?
Yaptığımız herşey için iyi ki yapmışız diyoruz ama hiç yeterli bulmuyoruz kendimizi. O kadar çok şeyi eksik yaptım ki. Yapmak istediğim bir sürü şey var. Bu işlere 30 yaşımda başladım, keşke 20 yaşımda başlasaydım, şimdi 10 yıl daha ilerde olurdum. Ben kendim için hiçbir şey istemedim hayatta, kendi yolumu kendim seçtim. Çocuklarım da kendi yollarını seçtiler. Oğlum doktor, gelsin burada profesör olsun demedim. Hayatını istediği gibi yönlendirdi. Almanya’da uzman hekim olarak çalışıyor. Bütün hayalim benim yaşadığım durumu arkadaşlarımın da algılaması ve çözüm üretmeyi öğrenmesi. Israrcılık, dürüstlük, kararlılık, iyi bir hırs… İstiyorum ki kırsal alandaki insanların da zengin çocuklarıyla şartları eşit olsun. En ağırıma giden şey şu: niçin oraya mahrumiyet bölgesi diyoruz? Niçin oralara hekim, öğretmen göndermiyoruz da İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de öğretmenlik yapmak makbul oluyor? Bence asıl bölücülük bu. Oralara mahrumiyet bölgesi demişiz, bir damga basmışız. Tüm bunlar benim çok ağırıma gidiyor. Neden Hakkari’yi ve Muş’u, en güzel toprakları öylece bırakmışız, ilgi göstermemişiz? Oraların koşulları da İstanbul, İzmir, Eskişehir gibi olsaydı, oradaki insanlar da başka şeylere ilgi göstermeyecekti. Bugün de yapılması gereken şey budur.
Yorum yapmak ister misin?