Pınar Kaftancıoğlu ismini değil belki ama kurduğu İpek Hanım Çiftliği’ni bugün hemen herkes biliyor. Doğal köy ürünlerinden dilediğinizi sipariş edebildiğiniz bu çiftlik, kolinizi ertesi gün kapınıza teslim ediyor. Pınar Kaftancıoğlu, başarısının sırrını bitip tükenmeyen üretme isteğine bağlıyor.
Pınar Kaftancıoğlu, çalışma hayatı içerisinde debelenen birçok kentlinin hayallerini süsleyen “köye yerleşip sebze-meyve yetiştirme” fikrini ete kemiğe büründürmüş ender isimlerden. Üstelik bu hayalini girişimcilik ödülleriyle taçlandırmayı başarmış son derece başarılı bir iş kadını. Çok erken yaşlarda atıldığı ticaret onu büyük bir holdingde çalışmaya kadar götürmüş, ama köy hayalinden asla vazgeçirememiş. Kaftancıoğlu, bugün Nazilli’de kurduğu ve kızının adını verdiği İpek Hanım Çiftliği ile hem doğal köy ürünlerini isteyen herkesin evine kadar servis ediyor hem de yöre kadınlarına istihdam yaratıyor. Bütün bunlar kolay oldu sanılmasın, büyük zorluklarla baş ederek bugünlere gelmiş Kaftancıoğlu. Babası gazeteci-yazar Ümit Kaftancıoğlu 1980 yılında öldürüldüğünde henüz 12 yaşındaymış. Erken yaşlarda harçlığını çıkarmak için çalışmak zorunda kalmış. Üniversiteye başladığı yıllarda henüz 16 yaşında evlenmiş ve oğlu Can dünyaya gelmiş bile… Kaftancıoğlu ile kısa zamana sığdırdığı, zorluklarla ve dudak ısırtan büyük bir başarıyla dolu öyküsünü, köye ve doğal yaşama olan aşkını konuştuk…
Kendinizden bahseder misiniz biraz? İş hayatınız nasıl başladı?
1968 İstanbul doğumluyum. Profesyonel iş hayatına demeyelim de, bir şeyler satarak ya da bir yerlerde çalışarak para kazanma dünyasına adım atışım da 1980’e denk geliyor. Yaz tatillerinde otellerde çalıştım, Texas -Tommix alıp satardım. Beşiktaş Kız Lisesi’ndeki yıllarım böyle geçti. Sonra baktım, seviyorum ticareti; sınavda iyi bir puan çıkarıp on altıncı yaşımda İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne girdim. Aynı yaşta genç bir anneydim de artık. Haliyle bitiremedim fakülteyi. Son senesinde ayrılmak zorunda kaldım. Sonrası sayısız sektör, sayısız iş… Ben hep çok sevdim çalışmayı, hem de hiç durmadan, dinlenmeden çalışmayı. Bir şeyler ürettikçe mutlu hissettim kendimi. Kısa zamanda da ülkenin büyük holdinglerinden birine “kapağı attım”. İstanbul’dan ayrıldığım 1997 Haziran’ına kadar da o holdingde çalışmaya devam ettim.
Çiftlik fikri ne zaman aklınıza geldi?
Hep aklımdaydı. Sadece gerçeğe dönüşmeyi bekliyordu bir yerlerde. Yine de hayattaki ana hedefim olduğunu söyleyemem. Ben kedilerimle, köpeklerimle, çocuklarımla yaşayabileceğim; Anadolu’da bir köy yaşamı hayal ediyordum aslında. Çocuklar köyü görsün, memleketlerini tanısın diye ilkokulda, her yaz tatilinde abimle beni Kars’a, Saskara’ya gönderen bir babam vardı. İyi ki de vardı. Köye, köylüye, Anadolu’ya duyduğum derin aşkın temelleri o yaz tatillerinde atılmış olmalı. Sonra ne olduysa oldu, gerçeğe dönüşüverdi. Hayallerimin de ötesinde üstelik. Bugün Nazilli’nin Ocaklı Köyü’nde kurulu çiftliğin civar dört köyün sınırları içinde, dağınık halde yüzlerce dekar arazisi var. Sadece sebze dikimine dört yüz dekar ayırdık bu sene mesela. Meyve bahçeleri, incirlikler, zeytinlikler, Kars’ta; ailemden kalma arazilerde son iki yıldır gerçekleştirdiğimiz buğday tarımı da var bunun dışında.
Bir su fabrikası alıp işlettikten sonra satmışsınız ve o parayla çiftliği kurmuşsunuz. Para yönetmekle ticaretle aranız çok iyiydi sanırım?
Ticaret ile iyiydi de para yönetmekle iyi miydi bilmiyorum. Çok çalıştım, çok başardım, çok satış yaptım, çok iyi yerlere getirdim o fabrikayı. Ege’de ilk üçün; Türkiye’de ilk yirminin içine soktum. Para, hiçbir zaman hayatımın odağı olmadı. Bilmem, anlamam açıkçası. Defalarca sormuşumdur fabrikanın muhasebe bölümüne girip “Ne oluyor, kazanıyor muyuz, bu ay batıyor muyuz?” diye. Benim hedefim üretmek. Daha çok üretmek, daha çok insana iş sağlamak, aş vermek. Gerisi önemli değil.
Çiftliği kurarken nasıl altından kalkarım dediniz mi hiç, bütün hayatınızı değiştirme fikri sizi korkutmadı mı?
İyi niyetli olduğunuzda evren karşınıza iyi insanları çıkarır. Buna inandım ben hep. Hangi işe girdiysem iyi insanlarla çalıştım, iyi müşterilere satış yaptım. Çiftlikte de böyle olacağını biliyordum. Pek korktuğum söylenemez. Toprak, yabancısı olduğum bir şey değildi zaten. Fabrikayı işletirken seneler boyu bölgede yaşadım, küçük çaplı tarımımı bile yaptım. Ektik, diktik, baktık büyüyor bu iş; kalkamayacağız tek başımıza altından. O sırada Ocaklı Köyü’ndeki komşularım Erden ailesi yetişti imdadıma. Tanıştığımızda kendilerine ait küçük bir alanda tarım yapıyorlardı. Kuşaklar boyunca hep tarım yapmışlar. Gelişen dünya, değişen düzen tüm çiftçileri sıkıştırdığı gibi bu aileyi de sıkıştırmış. Geleneksel yöntem ile ürettiklerini satamaz olmuşlar. “Benim arazilerim var, sizin de beceriniz gelin başına geçin arazilerin, tüm dikimleri, hasatları yönetin” dedim, kabul ettiler. O gün bugündür arazilerin tüm planlaması, sorumluluğu o ailede. Haftanın yedi günü hiç durmadan çalışan, üreten bir yer oldu İpek Hanım’ın Çiftliği. Yörede doğal olarak yetişebilen, aklınıza ne gelirse yetiştiriyoruz. Pepino veya yer fıstığı değil yani. Kabak, barbunya, havuç, salatalık, bezelye, patates, zeytin, incir, üzüm, şeftali, domates. Uzun mu uzun bir listemiz var.
Nasıl bu kadar organize bir yapı oluşturdunuz? Zeytinyağı, sabun bile gönderiyorsunuz…
Çiftlik amatörce yürüyor aslında. Arazilerin başında duran Erden ailesi, çiftliğin amirali Ganimet Abla, ekmek sorumlusu Zübeyde, mutfak sorumlusu Emel, çalışanlardan sorumlu İlknur ve onların sorumluluğunda daimi olarak sigortalı çalışan yetmiş beş kadar çalışan. Herkesin olağanüstü bir yeteneği var, ben sadece yeteneklerini diledikleri gibi gösterebilecekleri bir fırsat veriyorum. Bir kadın geliyor mesela çiftliğe, bizimle çalışmak istiyor ve “Çok güzel mercimekli bükme yaparım” diyor. Biz de “Yap o zaman” diyoruz. Mercimekli bükme ertesi hafta ürün listesine giriyor. Deli gibi de satmıştı o ürünümüz hatırlıyorum!
Basitmiş gibi anlatıyorsunuz ama birçok kadına istihdam sağlıyorsunuz, bu çok önemli…
İmkan el verdiğince, sadece kadınlara istihdam sağlıyorum. Profesyonellere değil, bu köylerin kadınlarına. Benim için işlerin askeri düzende tıkır tıkır yürümesi değil önemli olan. Borcu harcı olan, evinin kirasını ödeyemeyen, kocası işten çıkarılmış, çocuklarına okul harçlığı bulamayan kadınlara mutlu bir hayat sağlaması, güven vermesi önemli. Paketlemede binlerce hata yapıyorlar, yine de bir gün olsun düşünmedim, kalifiye birilerini bulalım diye. Varsın hata yapsınlar. İlla ki öğrenirler, olmadı çiftlikte başka işler yaparlar. Yeni şeyler öğrenirler, kendilerini geliştirirler…
Çok kısa zamanda geniş bir ağa ulaştınız, insanlar ürünlerinize nasıl bu kadar çabuk inandı sizce?
Çok geniş, toplumun çok değişik kesimlerinden, çok bilinçli ve çok kaliteli bir müşteri grubumuz var. Bu grubun içinde siyasetçiler, bürokratlar, akademisyenler, yazarlar, oyuncular, öğrenciler, ev hanımları, doktorlar, sporcular yani aklınıza gelebilecek her meslekten insan var. ODTÜ’de küçük bir grupla başladık, beğenildikçe anlatıldı, anlatıldıkça büyüdü. Ürün kalitesinden başka şey olmasa gerek bunun nedeni. Çiftliği kurarken mahsülden başka şey düşünmedim ben. Eşsiz bir tarım yapacak, eşsiz bir mahsül alacaktık. Gerisi nasıl olsa gelirdi, geldi de. Hiç reklam yapmadık, hiçbir pazarlama oyunu geliştirmedik. Hiç kimseyi aldatmadık. Pazarlama hilelerinin yüz çeşidini bildiğini sanır herkes, bilmezler ki müşteri de bilir hepsini.
Bir sürü organik çiftlik de türedi sizden sonra, ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de kaçınılmaz son. Bekliyordum açıkçası. Eğitim sistemi yaratıcılık üzerine kurulu değil bu ülkede, ezber ve kopyalama üzerine kurulu. Bir şeyler yaratmaya ne gerek var ki yapılmışı varken” diyor birileri, “Kopyalarız olur biter.” İpek Hanım Çiftliği için benim bakışım daha ılımlı. Örnek alınmak isterim, amacım bu zaten. İsterim ki birileri çıksın, arazi alsın, dikim yapsın, hasat alsın, istihdam sağlasın, köye, köylüye para kazandıracak bir kapı açsın. Henüz böyle bir şey olmadı maalesef. Bir örneğim yok, bir sürü taklidim var. Çiftliğin “üretmek”’ üzerine kurulu mantığını çözemediler ya da çözmek işlerine gelmedi sanırım. Tamamı alım satım yapan, beş karış arazisi olmayan, internet kafelerde kurulmuş siteler hepsi.
Alıp satmak, kazanmak, yoktan var etmek sizin için nasıl bu kadar rahat ve kolay olmuş sizce?
Biraz daha farklı bakıyorum ben buna. Para kazanmak çok kolaydır, herkes için çok kolaydır. Dünyadaki herkes, gerçekten isterse çok iyi paralar kazanabilir. Bazıları çok iyi organizasyon yeteneğine sahiptir, bazıları doğuştan yönetici ruhludur, bazıları kimsenin göremediği şeyleri görür, bazıları da doğuştan tüccardır. Herkesin bir yeteneği olduğuna inanıyorum ben. Yeteneğin de iki düşmanı olduğuna inanıyorum; korkaklık ve tembellik. Siz kolay, garantici, yorucu olmayan bir yol seçerseniz eşyanın tabiatı gereği çok şey elde edemezsiniz. Kişilik yapılarıyla ilgili bir durum sanırım. Çok plancı, çok garantici biri olmadım hiç. Haftada iki gün tatilim olsun, kırk saatin bir dakika üstünde çalışmam diyenlerden de olmadım.
Bir gününüz nasıl geçiyor? Çiftlikte en çok nelerle uğraşıyor ve keyif alıyorsunuz?
Sabah beşte kalkıyorum. O gün çıkacak siparişleri gözden geçiriyorum, tarlalara gidecek grupların, hasat edilecek ürünlerin planlamasını yapıyorum, sonra da kızlarla kahvaltıya oturuyorum. Çiftlikte en keyif aldığım şeyler çalışan kızlarla kahvaltı ve öğlen yemekleri. Bol bol dedikodu yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra kızlar hazırlıklara başlıyor, ben de gelen e-postaları yanıtlıyorum. Tarlalardan kamyonetler döner, ürünler tartılır, paketlenir, kargoya teslim edilir, ortalık temizlenir, herkes evine gider. Benim belli bir programım yok. Elimde bilgisayarım oradan oraya geziyorum çiftlikte.
Aklınıza şehirde olmak düşmüyor mu hiç? Gelip gider misiniz İstanbul’a?
Ailem hala İstanbul’da. Senede birkaç kez gidip geliyorum. Tek gece bile kalmadım ama. Dördüncü saatten sonra boğuyor beni, köyü, çiftliği özlüyorum. Gece yarısı uçağı bile olsa, muhakkak dönüyorum çiftliğe. Garip bir bağlılığım oldu buraya. Başka yerde yaşayamazmışım gibi geliyor artık. Şehri özlediğimi söyleyemem. Aslına bakarsanız şehirden, şehir hayatından tam anlamıyla izole olduğumu da söyleyemem. Nazilli Anadolu’nun ücra bir köşesi değil. İzmir’e bir buçuk saat. Hafta sonları kızım İpek’le birlikte gidip geziyoruz dilersek.
Yorum yapmak ister misin?