Kriz Muhabbetleri

Bazen işten çok bunalırım ve biraz hava almak, biraz da tanıdık insan yüzleri görmek için fabrika bahçesine çıkarım. İnsan Kaynakları bölümümüz işletmenin oldukça içinde yer aldığından, bu kısa molaya çıkarken üretimden muhasebeye tüm bölümleri görürüm. 

Farklı meslek gruplarından, uzmanlıkları, eğitimleri ve ilgi alanları farklı insanlar görmek ayrı bir zevk verir bana. Önce düzgün kesilmiş takım elbiseleri içinde ofis çalışanlarını görürüm. Bilgisayara bakmaktan kızarmış gözleriyle gülümserler bana. Herkese selam verip, çoğu zaman da ayaküstü sohbet ederek koridor boyunca ilerlerim.
Koridorun sonuna geldiğimde, kösele tabanlı ayakkabılarımın takırtısı kesilir ve bunun yerini makine hırıltıları alır. Adeta bir insan gibi soluk alıp verir fabrika; koşar, yorulur ve çelikten kasları tak tak atar. Sürekli bir uğraş içinde, yorulmadan çalışır makineler. Böylece üretimi de geçip, fabrikanın bahçesinde, yegane sigara içme ve dinlenme alanında soluğu alırım.

İşte şimdi yine böyle bir yolculuğun başlangıcındayım. Odadan çıkarken son bir aydır içerisinde bulunduğum sohbet konusundan da sıyrılır gibiyim: Kriz! Ben yürürken hala arkamdan krizi konuşuyor arkadaşlarım.

Geniş koridora çıktığımda ilk olarak satın alma bölümünün kapısı önüne geliyorum. Satın alma şefimiz Gaye Hanım, “Cenk Bey içeri gelsenize,” diyor. Çok durmayacağımı belli ederek odadan içeri giriyorum. Satın alma uzmanlarının hepsi telefonda bu esnada, hepsi de hararetli hararetli pazarlık etmekte. Gaye Hanım bana halimi hatırımı sorarken hemen yan masadaki uzman, “Olmaz efendim,” diyor telefonun diğer ucundaki sese, “şimdi kriz zamanı, bu miktarda bir sipariş veremeyiz!” Bu cümlenin ardından diğer masalardan da “Kriz, kriz zamanı, kriz sebebiyle satın almalar yavaşlayabilir,” sözleri duyuluyor. Gaye Hanım’a hatırını soruyorum ve “Ne olsun, kriz beklentisi içinde yaşayıp gidiyoruz,” cevabını alıyorum. Kendimi yeni bir kriz muhabbetinin içine atmadan müsaade isteyip çıkıyorum satın alma bölümünden. Bu kadar aceleci olmamda az ileride beni pazarlama bölümünün beklemesinin de etkisi var. Pazarlamacılar neşeli ve ilginç tiplerdir bizim şirkette. Onların orijinal fikirleri her zaman eğlendirmiştir beni.

Pazarlama bölümüne girişte içten bir gülümseme kaplıyor yüzümü. Çoğu bayan olan çalışanlar da neşeyle karşılıyorlar beni. Fakat gülüşlerinin ardında bir kaygı da yok değil. Tecrübeli bir çalışan olan Dilek Hanım, “Ee İK olarak bu krizde ne planlar yapıyorsunuz?” der gibi bakıyor bana. Bir başkası, “Pazarlama bütçesi kısıldı, personel giderlerinde de bir kesinti olacak mı?” diye imalı imalı konuşuyor. Ama en genç çalışan Damla Hanım, toyluğun da etkisi ile damdan düşer gibi, “İşten çıkarmalar bizde de olacak mı?” diye soruyor. Hiçbir şeyin belli olmadığı, krizin henüz gelmediği, kriz beklentileri olduğu benzeri, bir ay gibi kısa sürede klişeleşen cevaplarla yanıtlıyorum onları. Tatmin olmasalar da bir süre sonra işi şakaya vurmadan edemiyorlar. “Demek ki isteyince kriz psikolojisinden çıkabiliyor insanlar,” diye düşünmeden edemiyorum. Arkamda krizle ilgili şakalar bırakarak tekrar çıkıyorum koridora. Fakat birden içim sıkılıyor. Sanki tavandan vuran ışık da o anda biraz kısılıyor, ortalık kararıyor. Finansın kapısı önündeyim. Tüm çalışanlar yine o analitik ciddiyet içindeler. Nakitçisinden, kredicisine hepsi önlerindeki ekrana kilitlenmiş. Finans Müdürü Ercan Bey selamımı alırken, “Ben kimsenin bilmediği şeyler biliyorum,” der gibi. Ancak kelimelerinden müspet ya da menfi bir anlam çıkarmak imkânsız; bu da finansçı soğukkanlılığı. Ancak pek çok sorunun, en başta da, “Paramız var mı?” sorusunun cevabının bu kapının ardında saklandığına eminim. İdari işler, satış, muhasebe, hepsinin önünden geçiyorum ve hepsinde dillere pelesenk olan “kriz” sözcüğünü duyuyorum. “Kriz var, kriz geliyor, az buz da değil bir buçuk yıl sürecekmiş, 2001’den beter olacakmış, derinden sarsacakmış, asıl Mart’tan sonra etkileri hissedilecekmiş…” Bu kriz denilen şey sanki devasa bir göktaşı da dünyamıza çarpacak, yaşam son bulacak. Adeta yeni bir Armageddon. Ve yapacak hiçbir şey yok, elimiz kolumuz bağlı olacakları bekleyeceğiz. Herkeste böyle bir hava. Üstelik bu kez dünyayı kurtaracak, göktaşını dünyaya çarpmadan havada vuracak süper Amerikalılar da yok. Çünkü kriz zaten o taraftan geliyor.

Üretimin içine girmeden Ar-Ge laboratuarı önünden geçiyorum. Genç mühendisler kapıda selamlıyorlar beni. Hal hatır sormadan sonra konu yine krize geliyor ve yine yüzler gölgeleniyor. “Ar-Ge harcamaları kısılır mı?” sorusundan yola çıkıp, “İşsiz kalır mıyız?”a getiriyorlar lafı. Nedense bazı bölümler, buna İK da dâhil, kendilerini kriz zamanı lüks görmeye başlıyorlar şirket için. Bazı bölümler de kendilerini yangında ilk kurtarılacak gibi, krizde en son sıra gelecekler şeklinde algılıyor. Bu da ister istemez ayrılıklara ve karamsarlığa itiyor insanları. Genç mühendislerimiz de böyle bir karamsarlık içinde. Ben tam yanlarından ayrılacakken Ar-Ge Müdürümüz geliyor ve konuya dâhil oluyor. Hepimizdeki endişeyi fark edip, tok bir sesle, “Arkadaşlar!” diyor. “Bu şirket 2001 krizinden Ar-Ge’nin kriz dönemine özgü yeni ürün ve üretim şekilleri geliştirmesiyle çıktı. Tabi bu işi tek başımıza başarmadık. Tüm bölümler el ele verdik. ‘Kriz geldiğinde ne yapacağız?’ sorusundan önce, ‘Kriz gelmeden neler yapabiliriz?’ sorusunun cevabı üzerine kafa yormalıyız bence… Kriz 2009’da diyorlar, muhtemelen 2015’te pek çoğumuz hayatta olacağız ve 6 yıl önce yaşadıklarımızı bir şekilde hatırlayacağız. Kriz dünyanın sonu değil, hayat devam ediyor, edecek de…”
Ar-Ge’den çıkarken daha önce yaşadığım pek çok kötü olayı şimdi gülümseyerek hatırladığım aklıma geliyor. Yaşarken dünyanın en önemli olayı sandığımız şeyler, bittikten sonra ne kadar önemsizleşiyor. Bir yerde her şey insanın kafasında olup bitiyor. Kriz var diye ağlamak da, el ele vermek de, krizle dalga geçmek de insanın elinde.

Üretimden yine kulakları sağır eden gürültüler ve yağ kokuları içinde çıkıyorum. Fabrika bahçesine geldiğimde mavi giyimli işçi kalabalığı karşılıyor beni. Yaşı elliyi geçmiş, kırçıl saçlı bir işçi etrafına toplananlara eski krizleri anlatıyor. Otuz yıllık çalışma hayatında ne krizler gördü kim bilir. Kalabalıktan ara ara söze karışanlar, soru soranlar, yorum yapanlar oluyor. Konuştukça endişe azalıyor ve sigaraların sonuna gelindikçe espriler çoğalıyor.

Bu sırada yaşlı işçi Cemal benim bir köşe de sessizce konuşulanları dinlediğimi fark ediyor ve sesleniyor:

-Siz ne diyorsunuz Cenk Bey bu kriz işine?
Yanlarına yaklaşırken gülümsüyorum. Neşelerine katılmak istercesine:
-Vallahi, diyorum, tek bir şey biliyorum: Bu kadar kriz muhabbetinden sonra, olmayacağı varsa da olacak bu kriz.

Kariyer Dergi Ocak 2009

**İçeriklerimizle ilgili görüş ve önerilerinizi editor@kariyer.net adresinden bize iletebilirsiniz.