Usta oyuncu Altan Erkekli 1975 yılından bu yana tiyatroyla iç içe bir yaşam sürdürüyor. Hayat verdiği karakterleri gerçekçi kılabilmek için sürekli gözlem yaptığını belirten Erkekli, “Mış” gibi yapmamak için sokakta, çarşıda, pazarda, otobüste gördüğü herkesi ve her şeyi dikkatle incelediğini dile getiriyor.
İçinde bulunduğu her yapımın kalitesini artıran usta oyuncu Altan Erkekli, insana huzur veren duruşu ve hassasiyetiyle tüm izleyicilerinin kalbini kazanmış durumda. İnşaat mühendisi olmak isterken İngilizce öğretmeninin yönlendirmesiyle Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’ne girerek oyunculuk kariyerine başlayan Erkekli, şimdiyse “Sahne benim için yaşam demek!” diyor. Hem Kara Ekmek dizisi hem de “Sen Olsan Ne Yapardın?” isimli reality show programıyla ekranlarda görünen Erkekli, bir oyuncunun gözlem yeteneğinin çok güçlü olması gerektiğini savunuyor. Öyle ki 61 yaşındaki deneyimli oyuncu, “Tıpkı kameralar gibi her şeyi pür dikkat izlemek zorundasınız. Çünkü bunlar kılcal damarlarınızdır” diye konuşuyor. İşi ve ailesine çok düşkün olan Erkekli, yoğun gündemi arasında oyunculuk serüvenini bizimle paylaştı.
Lise döneminde tiyatroyla ilgilenmeye başlamış ancak vazgeçmişsiniz. Bu dönemden bahseder misiniz?
Koşullar ne olursa olsun ben tiyatro yapmaktan hiçbir zaman vazgeçmedim aslında. Lisede eğitim görürken inşaat mühendisi olmak istiyordum. Öğretmenim tarafından tiyatrocu olmaya yönlendirildim. Ardından da ona tiyatrocu olmak için söz verdim. Belki de bu yüzden lisede tiyatro kolundayken biraz sıkılgan davranıyordum. Hatta beni teknik gruba dahil etmişlerdi fakat sonrasında bana ufak bir rol verdiler. Federico Garcia Lorca’nın “Yerma” adlı oyununda papaz rolünü oynadım. Oradaki repliğimi hiç unutamam, tiyatro sahnesinde kurduğum ilk cümleydi: “7 kere bağırdı, 9 kere doğruldu, 18 kere birleştiler yaseminler ve portakallarla”.
İlk rol aldığınız profesyonel tiyatro oyunu neydi peki?
İlk önemli rolüm üniversitedeyken “Kopernikli Yüzbaşı” oyunundaydı. Başrolü canlandıracak kişi gelmedi ve onun yerine Foyt’u ben oynadım. Oyunu izleyen Ankara Sanat Tiyatrosu’nun yöneticileri ve Genel Sanat Yönetmeni Rutkay Aziz beni Ankara Sanat Tiyatrosu’na davet etti. O dönemde AST’da sahnelenen Maksim Gorki’nin “Ana” adlı oyununda Salih Kalyon görev alıyordu. Salih Abi çocuk oyunları bölümüne geçeceği için de başrolü ben oynamaya başladım. Yani ilk profesyonel deneyimim de Ankara Sanat Tiyatrosu’ndaki Pavel rolü oldu.
Genç yaşta kendinize koyduğunuz hedefler var mıydı?
O yaşlarda Ankara Sanat Tiyatrosu’ndaki tiyatronun değişmez temel taşlarından biri olmak hedefimdi. Hedefime ulaştım… Ankara Sanat Tiyatrosu’nda 100’e yakın oyunda görev aldım, bu oyunların 85’i başroldü. 2000 yılında da “Vizontele” filmi için Beşiktaş Kültür Merkezi oyuncuları ile buluştum. Filmi çektikten sonra yine aynı tiyatronun “Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü?” adlı oyunuyla İstanbul’a geldim ve serüvenim böyle devam etti.
Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
61 yaşındayım ve açıkçası tiyatroda yaptıklarımla övünüyorum. Mesleki açıdan ekranlarda ve beyazperdede elimden geldiğince doğru işlerin içinde olmaya, huzurlu ve sağlıklı yaşamaya çalışıyorum. Üç çocuğum ve mutlu bir ailem var. Ülkemin de huzur ve barış içinde bir mutluluklar ülkesi olmasını diliyorum.
Sahne sizin için ne ifade ediyor?
Sahneden hayata dair her şeyi bizi izleyen izleyicilere sunup onlara ayna tutarak gerçeklerle yüzleşmelerini sağlıyoruz. Bu sebepten sahne benim için yaşam demek!
Sahneye çıkmadan önce nasıl bir duygu içinde oluyorsunuz?
Günlük yaşananlar, hayatın içindeki gerçekler ya da toplumsal olaylar üçüncü zile kadar sizinle beraberdir. Ama üçüncü zille birlikte her şeyi unutup sahnede rolün karakterine bürünmek ve seyirciyle bütünleşmek durumundasınız. Sahneye çıktığınızda ise tek hissetmeniz gereken görevinizi en iyi şekilde yapmanın mutluluğu olmalıdır.
Bir oyuncu olarak doğaçlama yapabilmek çok önemli. Siz gözlem yeteneğinizi nasıl besliyorsunuz?
Bir oyuncu için en önemli şey gözlemdir. Gözünüzü açtığınız andan tekrar yatağınıza girene kadar her an gözleme açık olmanız gerekir. Tıpkı kameralar gibi her şeyi pür dikkat izlemek zorundasınız. Çünkü bunlar kılcal damarlarınızdır. Sokakta, çarşıda, pazarda, otobüste gördüğünüz herkesi ve her şeyi dikkatle incelemelisiniz ki; herhangi bir oyunda, sinema filminde ya da televizyon dizisinde o insanlardan yola çıkarak bir karakter yaratabilesiniz. “Mış” gibi yapmak değil, gerçeği göstermek için bu gözlemleri yapmak zorundayız.
ATV’de yayınlanan “Kara Ekmek” dizisiyle evlerimize konuk oluyorsunuz. Diziye nasıl dahil oldunuz?
Dizi projesi, yapım şirketi, yönetmen ve oyuncu grubu sizi doğru bir iş yapabileceğinize inandırır. Ayrıca Kara Ekmek’in ilk iki bölümünün konusunu da çok çarpıcı bulmuştum.
Aynı zamanda TRT’de yayınlanan “Sen Olsan Ne Yapardın?” programının da sunuculuğunu üstleniyorsunuz. Program nasıl gidiyor?
Program, günlük rutin hayatımızı sürdürürken etrafımızda yaşanan olaylar konusunda farkında olmamızı sağlayan, bir toplumun en önemli duygularından biri olan vicdanlarımızı sorgulatan, iç dünyamıza ışık tutmamızı sağlayan bir yapıya sahip. Bu projede yer almam gerektiğine inandım ve üç sezondur insanların tepkilerine ekipçe şahitlik ediyoruz. Türk toplumu gerçekten çok duygusal bir yapıya sahip fakat duygularımızı ifade etme şeklimiz oldukça farklı.
Program çekimleri sırasında başınızdan geçen ilginç bir olay var mı?
Şiddet göstermenin kötülüğünü anlattığımız bir konuda, olayı gören kişiler müdahalelerini yine şiddete başvurarak yapmış ama sonra pişman olmuşlardı. Duygusalız ancak duygularımızı dizginleme konusunda sorunları olan bir toplumuz. Tepkilerimiz konusunda iç dünyamızın sesine daha çok kulak vermemiz ve davranışlarımızı ölçüp tartmamız gerektiğine inanıyorum.
Kamera arkasındaki tepkileriniz neler oluyor?
İnsan ister istemez kendini o kişinin yerine koyuyor. Davranışları sorgularken kendimi de kaptırmadan oyunlara yön vermek zorundayım. Şahit olmak gerçekten çok heyecanlı ama bir o kadar da zor. O anlarda bir uçağı pistten kaldırıp huzur içinde varacağı yere indirmenin getirdiği bir heyecanı yaşıyorum diyebilirim.
Son dönemde tiyatro oyunlarında değil de yoğunlukla dizilerde rol almanızın özel bir sebebi var mı?
Dizideyken aynı zamanda tiyatroda olmak çok zor. Çünkü tiyatronun çok disipline bir biçimi var. Başlama saati, turnesi, hafta içindeki repertuarın size göre şekillenemeyeceği bir programa sahip. Fakat dizilerde o gün yağmur yağması, o günkü sahnenin uzaması ya da diğer bir oyuncu arkadaşınızın başka bir işinin çıkması gibi sebepler programı değiştirebiliyor. Tiyatro sahnesine olan sevgim, inancım ve disiplinim nedeniyle dizi yaptığım sürede tiyatro yapmak istemiyorum.
İzleyiciyle oyuncu arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Bu ilişki tiyatro sahnesinde bir atla jokeyin ilişkisine benzer. Size verilen rolü nasıl köpürteceğinizi, onu izlencede nasıl daha güzel hale getireceğinizi düşünmek zorundasınızdır. Her matinenin seyircisi farklıdır ve seyircinin ruh hali sahnedeki oyuncuyu etkiler. Onların duygularına göre sahnedeki ritminiz ve performansınız gelişir. Bir gün çok coşkulu, diğer gün ise daha sakin oynayabilirsiniz.
Bir gün oyunculuğu bırakmayı düşünüyor musunuz?
Yaşadığım sürece bu işleri yapmak isterim. Bu mesleği bırakmak benim değil, karşı tarafın vazgeçmesiyle olacaktır.
Geçmişe dair özlemini çektiğiniz bir şey var mı?
Ülkemde huzurun, güvenli yaşamın, sabır ve saygının, samimi duyguların, insanların birbirine olan dayanışmasının yeniden benim çocukluğumdaki haline dönmesini isterim. Çocukların kan görmediği ve saf mutluluklar yaşadığı bir dünya, özlemini çektiğim en değerli şey.
Yorum yapmak ister misin?