Başarılı olmak elbette birçok şeyi aynı anda doğru yapmayı gerektirir. Peki, hatalar da öğrettikleriyle başarıyı desteklemez mi? Profesyonel Koç Hilal Çatak, tam da bu noktada kalıcı başarıyı sağlaman için önerilerini senin için paylaştı.
Bu yazımda mükemmeliyetten bahsediyorsam kusursuz olmalıyım değil mi? Yazımda hiç hata ve eksik olmamalı. En iyi yazımı yazmalıyım, hatta tüm blogdaki yazıların içinde en iddialı benim ki olmalı! Tanıdık geldi mi?
Hepimiz bazen, özellikle de ilk defa yapacağımız ya da yeni başladığımız şeylerde böyle olabiliyoruz. Hatta çok iyi bildiğimiz konularda bile hiçbir şey bilmiyor hissine kapılabiliyoruz.
Bir Çin atasözü derki;
Dünyada kusursuz iki insan vardır; bir ölmüştür, biri daha doğmamıştır.
Yine de kendini mükemmel hissetmiyorsun değil mi? Biliyorum, kendimden biliyorum. Çok uzun süre, eksik ya hatalıydım. Öyle olmadığım zamanlarda ise ya çok az ya da fazlaydım. Tam olarak mükemmeliyetçiliğin negatif döngüsünde sıkışıp kalmıştım. Yani aşağıdaki döngüye.
- Mükemmeliyetçilik
- Erteleme
- Sıkışıp Kalma
- Tükenmişlik
Sakin olan bir insan, sakinliğini bilmezse; sakin olmak için panik yaparken bulur kendini. Aynı şey yetenekli insanlar için de geçerlidir. Yeteneğini bilmezse, vazgeçerken bulur kendini. Oysa hiçbir çocuk panik halde doğmaz ya da yeteneksiz. Aynı şey mükemmelliğimiz için de geçerlidir. Ne kadar mükemmel olduğumuzu bilmediğimizde eksik ve hata ararken buluyoruz kendimizi.
Biraz iddialı mıyım?
Doğruyu söylemek gerekirse hiç bu kadar iddialı olmamıştım. Çünkü bu yolculukta yalnız değilim yanımda bilim insanları, değerli yazarlar ve Kaizen gibi şahane bir felsefe var.
Geçen ay sorulardan bahsettik, şimdi bir soru sorma zamanı: Çok iyi olduğun 10 konu nedir?
Hiç kimseyle kıyaslamadan kendine birkaç saniye ver ve bu soruyu değerlendir ya da şöyle sorayım: Kendini hiç kimseyle kıyaslamasaydın, hangi 10 konuda kendini çok iyi bulurdun? Cesur ol!
Mükemmellik, genel olarak bilinen tanımıyla eksiksiz ve kusursuz olma durumudur. Bu açıdan baktığımızda eksik ve kusur kavramının aileden aileye, kişiden kişiye, kültürden kültüre değiştiği bir dünyada “mükemmel dediğimiz şey” nasıl mümkün olur? Yoksa mükemmel dediğimiz şey kusur ve hatadan arınmaktan daha öte, daha özgür bir şey mi organik domatesler gibi?
Beynimizde 100 trilyon bağlantı noktası var. Böyle astronomik rakamlarla tasarlanmış kapasitemizi anlamak, hayal gücümüzü fersah fersah aşıyor. İç güdüsel olarak hepimiz bugün yaptığımız bir şeyi yarın daha iyi yapmak istiyoruz zaten, bu hepimizin yaratılışında var. Bak bebekken, kimse bizi yürümeye zorlamasa da önce sağa sola döndük, sonra emekledik ve sonra yürüdük. Sonra koştuk, sonra dans ettik, yüzdük. Peki bir bebekken sağdan sola dönemezken en zorlu hareketleri en mükemmel şekilde yapan bir yetişkine dönmeyi nasıl başardık? İlk motivasyonumuz neydi? Başlangıç zihni dedikleri şey gibi. Fabrika ayarlarına dönelim mi?
Mesela bebek zihni şöyle mi çalışıyor, yarın daha iyisini yapmalıyım, daha kusursuz olmalıyım, en mükemmel şekilde emeklememeliyim diye mi? Bu çok büyük gerginlik ve strese yol açmaz mıydı?
Yoksa kendi mükemmelliğinden şüphe etmeyi bilmediği için sadece en iyi yaptığı şeyi yapıp, yolculuğun tadına vara vara deniyor muydu? Denerken yolculuğun tadına varmaktan ne zaman vazgeçtiysek, işte o zaman mükemmelliğimizden uzaklaştık! Toxic sonuç oldaklılık deniyor bu halimize!
Denemek, denemeye izin vermek! İhtiyacımız olan en önemli mottomuz bu. Unuttuğumuz, unutturulduğumuz, unutturduğumuz.
“Perfectly imperfect” diye bir tabir var yani kusursuz kusurluluğumuz.
Bilinenin aksine kusur sandıklarımız kusursuzluğumuzsa, kusurlu bir yazı bu… Aynı organik domatesler gibi kusurlu (!)
Hadi bir bakalım, organik bir domatesin en önemli özelliği nedir?
- Hormonlu domateslerde olmayan şahane kokusu mu?
- Eşsiz tadı mı?
- Rengi mi?
- Vücuduma getirdiği gerçek şifa mı?
“Evet” dediğini duyar gibiyim. Haklısın hepsi doğru ve şahane olan bir şey daha var. Hepsini mümkün kılan bir şey; bozulabiliyor olması.
Tatsız, kokusuz hormonlu domatesler gibi uzun süre dayanamıyor. Bu en önemli özelliği/kusuru (bize çoğunlukla öğretilen bakış açısına göre) organik domatesi mükemmel yapıyor. Yani diyor ki domates bize; uzun süre dayanamam belki ama sana samimi ve gerçek bir lezzet, şifa sunabilirim, ister misin?
Bize bozulmayı kötü diye öğrettiler bir kusur gibi, kusurlarımız (!) hiç sevilmedi. Oysa organik domates gibi kusurlarımız kusursuzluğumuzdu. Ağlamayı, başarısızlığı, utanmayı kötü bir şey sanmak da aynı şey… Oysa başarısızlık denediğimizi, utanç ise bir vicdanımız olduğunu gösteriyor. Yani bir bebek gibi ol! En güzelini en iyisini bugün yapmaya çalışma, bugün sadece başla güzel insan. O hep istediğin şey neyse ona… Çünkü yarın aynı bebekken yaptığın gibi daha iyisini yapmak isteyeceksin. Mükemmel olmayacak diye başlamayı göze bile alamamış insanların kendi vicdan yükleri, bugün koçluk konularının başında geliyor. İyi ki geliyor, çünkü ne kadar zaman geçse de en büyük endüstri olan korku endüstrisini vicdanlar artık aşıyor.
Hall of Fame’e 2010 yılında kabul edilen yazar Anne Lamott diyor ki;
“Mükemmeliyetçilik insanlığın en büyük düşmanı olan eziyet sesidir. Bu seni tüm hayatın boyunca ayaklarını karnına çekip büzülmüş tutan bir halde bırakır.” Kafanda bir milyon tane fikirle hareket edemezken bulursun kendini ya da hiç anlamı olmayan şeyleri yapıp dururken. Peki, akışa kapılmak mıdır yapmamız gereken, her şey kendiliğinden daha iyi mi olur? Tabii ki hayır. Kader çabaya aşıktır.
Hedeflememiz gereken şey daha iyiye odaklanmak. Yani Kaizen’e. Kaizen yani sürekli iyileştirme, evrenin işleyişine dair bir felsefedir. Kazien felsefesini/prensibini Japonlara borçluyuz. Japonlar da doğaya/evrene… İşte burada harika bir haberim var sana güzel insan! Bizde evrene, doğaya aitiz.
Sakinken sakin olmaya çalışmak ve yetenekliyken yetenekli olmaya çalışmak gibi anlamsız bir şey mükemmel olmaya çalışmak. İmkânsız değil, anlamsızdır.
Biraz da kanıtlar ve rakamlarla konuşalım;
Mükemmeliyetçilik konusunda 40 yılda çok kıymetli çalışmalara imza atmış olan Kanada York Üniversitesi Sağlık Fakültesi Profesörü Gordan Flett ve Britih Colombia Üniversitesi’nde Psikoloji Profesorü olan Paul Hewitt, 30 yıl önce mükemmeliyetçiliğin 3 boyutunu açıklıyorlar:
- Kendi odaklı
- Başkası odaklı
- Sosyal tanımlı
Bunlardan pek çok kişiye zarar veren ise “Sosyal tanımlı” mükemmeliyetçilik diyor. Burada “Kişiler var olmak için toplumun aşırı derecede talepkâr olduğuna, onları çok kötü şekilde yargılayacaklarını ve mükemmel bir şekilde yapmadıklarında dışlanacaklarına inanırlar” diyor. Uzmanlar anksiyete, depresyon, panik atak ve obsesif kompulsif bozukluk gibi tanıların mükemmeliyetçiliğin neden olduğu sadece birkaç zihinsel sağlık problemi olduğunu yapılan araştırmaların ortaya koyduğunu söylüyorlar.
Curren ve Hill, 1989 ile 2016 arasında 40.000 kişi arasında yapılan araştırmalarda kendi odaklı mükemmeliyetçilerin, kendileri hakkında gerçekçi olmayan mükemmellik ihtiyacında olanlar arasında Bipolar Disoreder hastalığının yüksekliğine dikkat çekiyor. Hatta yüksek tansiyon ile mükemmeliyetçilikle yüksek oranda bir bağ olduğunu söylüyor.***
Güzel insan en mükemmel halin 1 adım ileri atmaya niyet eden halin!
İzin ver kendine, elbette hatalar yapabilirsin. Genç yaşlarda bunları yapman ileride daha büyük bir hata yapmanı önler ve kazanımlarınla daha bilinçli adımlar atabilirsin.
Tüm bunlarla birlikte unutmamak gerekir ki evren oldukça adildir, bize her zaman günün sonunda kalbimizdeki gerçek niyetin karşılığını verir. Yolu bulanlar kaybolanlardır, kaybolmayı seçenler değil. Başarı başarısızlıktan gelir, öğrenmeye güçlü bir niyet koyanlar için! Hadi o zaman Adler ekolü meşhur öğrenme döngüsü ile bitirelim.
Bir denemeden sonra 4 soru?
- Ne iyiydi?
- Ne daha iyi olabilir?
- Bundan ne öğrendim?
- Bir dahakine neyi farklı yapmayı seçiyorum?
Konuk Yazar: Hilal Çatak Kurucu – Profesyonel KOÇ
Yazara ait diğer yazıları okumak için buraya tıklayabilirsiniz!
***© 2017 American Psychological Association 2019, Vol. 145, No. 4, 410–429 0033-2909/19/$12.00 http://dx.doi.org/10.1037/bul0000138