Aydınlı Grup Genel Müdürü Osman Şentürk’ün perakende sektörüyle tanışması eğitim için gittiği Amerika’da bir arkadaşıyla Türkiye’den halı getirtip sattığı yıllara dayanıyor. Şentürk, hangi pozisyon olursa olsun “Bilmiyorum” kelimesinden korkmamak gerektiğini söylüyor.
Memur bir babanın oğlu olarak 1973’te İzmit’te dünyaya gelen Osman Şentürk, 1990’da İTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü’nü kazanmış. Aynı üniversitede master programına başlayan Şentürk, eline geçen bir Amerika fırsatını değerlendirip hem dil öğrenmek hem de eğitimine devam etmek için Missouri Columbia’ya gitmiş. Şentürk, “Sınıf arkadaşlarımın çoğunluğu iki, üç dil biliyorlardı oysa ben daha İngilizce bilmiyordum” diyor.
Şentürk, mezun olduğu yıl Amerika’nın saygın danışmanlık firmalarından birinde çalışmaya başlamış. Oradaki günleriyle ilgili şunları anlatıyor: “Bu durum bana yeni bir kapı açtı çünkü hiç alışagelmediğim bir dünyaya beni soktular. İnsan önüne neler çıkabileceğini hayal bile edemiyor.” Şentürk, bir yıl kadar da kendi işini yapmış, bir arkadaşıyla Türkiye’den halı getirtip Amerika’da internetten satmış.
Türkiye’ye döndükten sonra 2005 yılına kadar bir un fabrikasında üst düzey yöneticilik yapmış. Perakende sektörüne LCWakiki’de adım atan Şentürk, 2011 Haziran’dan bu yana Aydınlı Grup Genel Müdürü olarak görev yapıyor.
Perakendecilik alanında profesyonel tecrübeniz nasıl başladı?
LCWakiki o zaman IT’den, kalite güvenceden ve İK’dan sorumlu genel müdür yardımcısı arıyordu. Çok ilginç gelmişti, üçünü birden yönetecek kişi profili nasıl bir profildir diye. Şu anda üç pozisyonun bir arada olmasını ben de çok önemsiyorum çünkü belki de kariyerimde bu üç pozisyonda devraldığım sorumluluklarla ilgili ilerlediğimi düşünüyorum. Haziran 2011’de ise Aydınlı Grup’taki görevimi üstlendim.
Kariyer hayatınızda dönüm noktası dediğiniz bir yer var mı?
İlki Amerika’ya gidişimdir çünkü hiç hayal bile etmediğim bambaşka bir ufuk açtı. Çalıştığım danışmanlık şirketinde farklı kültür din, dil, ırklardan çalışanların bir arada olduğu bir yapıdaydık. Kısacası dünyayı görme imkanım oldu. İkincisi ise LCWaikiki’de işe başlayarak perakende sektörüne geçmem; üçüncüsü ise Aydınlı’dır. Evet, biz iş yapıyoruz, toplantı yapıyoruz, ticari hayat içerisindeyiz ama bunun hepsini temel insani değerlerimiz içerisinde yapmak durumundayız. Bu şirkette herkes mutlu olmak zorunda. Mutlu olmazsa eğer bir şeyleri yanlış yaptığımızı kabul ediyoruz.
İş hayatınızda karşılaştığınız zorluklar neler oldu?
Genellikle iş hayatında bence zorluk diye bir şey yok. Biz zorluk çıkartıyoruz. Yani insanlar bilmedikleri şeyle stres yaşıyorlar. Hâlbuki bilmediğini bilse ve “ben bunu bilmiyorum, bilen birine soracağım” dese hiç bu kadar zorluk yaşamaz. Bu kadar zorluk yaşamaz. Ben duygularıma kapılıp verdiğim kararlarda ve bilmediğim bir şeyde biliyormuş gibi yaptığım zaman zorluklar yaşadım. Ne zaman istek, arzu ve gayretlerim bir hırsa dönüşüp kişisel bireyselleşmeye götürdüyse zorluk yaşadım ama ne zaman tam tersi kişisel bir beklentinin dışında tamamen görev sorumluluğu azmiyle çalıştım, o zaman rahat ettim.
Tekstilin “t”sini bilmiyordum
“Sormak’tan kormayın” diyorsunuz…
LCWaikiki’ye ilk başladığım zamanlardı tekstilin ‘t’sini bilmiyordum. Her türlü detaya girip bu ne diye sorabildim. Zorluk çekiyorsak hemen kendi kendimize şunları sormamız, düşünmemiz lazım. Ben bir yerde hata mı yapıyorum? Ben bu işte yetkin miyim, bu işi yapmaya çalışıyorum? Bilen birine sormadım, kapasitemden yüksek sorumluluklar üstlenmiş olabilirim.
Kendinizi birkaç kelime ya da cümleyle anlatmanızı istesek nasıl tanımlarsınız?
Kişisel olarak herhalde çok tez canlı diye tanımlarım. Güler yüzlü olduğumu söyleyebiliriz. Biraz duygusal yanım da var bazı konularda, bazen kendi kendime ya benim pozisyonumda bir insanın bu kadar detaylara girmemesi ve duygusal olmaması lazım dediğim de oluyor. Genel müdürlük masasında genel müdür ağlamış mıdır? Ben ağlıyorum bazen.
Karar verme sürecinde nasıl hareket ediyorsunuz?
Mantıkla ve sayılarla karar vermeye çalışıyoruz ama vicdanımızı hep bir kontrol olarak kullanıyoruz. Vicdanımızın süzgecine takılan kararlarda da hemen istişare açıyoruz. Yanımızdaki, etrafımızdaki arkadaşlara “Ben böyle gördüm ama siz ne diyorsunuz?” diye soruyoruz vicdanınızın sıkıntı oluşturduğu durumlarda. Ortak kararla hareket edince insan hiç değilse oradaki olası sapma, hata yapma riskini minimuma indirmiş oluyor.
İK bir felsefedir
Bir kurum için İK’nın önemi nedir?
Kurumlardaki her yöneticinin kendini bir İnsan Kaynakları uzmanı görerek çalışması gerekiyor. İK sadece şirketin değil, departmanın, birimin işi olarak bakılmamalı. Ayrıca İK’nın rolü aslında şirketteki bu faaliyetleri koordine eden, disipline eden, onu yöneten ve deneyim aktaran, metot öğreten bir departman olarak konumlandırıp şirketin içerisindeki bütün yönetime nüfus etmiş bir yapıda olması lazım. O yüzden İK’yı ben ayrı bir departman gibi göremiyorum. Kişiyi işe alan o, onun eğitiminden sorumlu olan o, onun görev tanımını kendisiyle paylaşan, özlük haklarını görüşen, onunla anlaşan, yarın öbür gün onunla ilgili bir anlaşmazlık çıktığında çözüm süreçlerini yöneten, bütün kariyer sürecini yöneten, her şeyle sorumlu o. İK bir felsefedir, bir departmanın çok daha ötesinde bir şey ve hayatın, işin içinde olmak zorunda. Çünkü şirketlerde insan esas zaten insan olmayınca başka bir şey yok, ondan sonrası zaten boş.
Sektördeki çalışanların sıkıntıları sizce neler?
Bu yıl Amerikan Perakende Derneği 100. yılını kutladı. Türkiye’den hazır giyim perakendeciliğinin geçmişi ise 25 – 30 yılı geçmiyor. Dolayısıyla şirketler şu anda kendi içinde pozisyonları yetiştirmeye çalışıyor. En büyük sıkıntımız organize bir eğitim modeli oturtamamış olması ve üniversite birimleri, bölümleri kuramamış olmamız. Şu anda Amerika’dan gelmiş Maria isminde bir stajyerimiz var. Amerika’da ürün yönetimi okuyor ve staj için şu anda Türkiye’ye gelmiş. Türkiye’de böyle bir bölümümüz yok. İki yıllık okulumuz bile yok. Sektörde bütün İnsan Kaynakları çalışanları mağaza yöneticiliği ile ilgili, “Adamımız yok, adam bulamıyoruz, istediğimiz nitelikte değil” şeklinde yakınıyor. Her şirket kendi yağında kavrulmaya çalışıyor. Örneğin; tasarımcı var ama hazır giyim alanında bilgisi yok. Bu nedenle bu branşlarda eğitim alanında ciddi yatırımlara ihtiyacımız var.
Çalışanlarınıza ne gibi kariyer fırsatları sunuyorsunuz?
Özellikle perakende sektöründe faaliyet gösteren büyük şirketlerde yükselme imkanları daha kolay oluyor. Firmamızda işe başlayan kişinin önce stajyerliğe başlaması, satış temsilcisi, uzman satış danışmanı, reklam satış danışmanı, birinci müdür, ikinci müdür, bölge müdürü, operasyon direktörü ve genel müdür yardımcılığına kadar giden çok ciddi bir kariyer yolu var. Elbette, her bir pozisyon bazında eğitimler, sınavlar, sunumlar, belli hizmet şartları var. Bu aşamaları aşan çalışanlarımızın önü çok açık.
Boş zamanlarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Hobiniz var mı?
Boş zamanlarım maalesef olmuyor. Bir teknem vardı maalesef artık o kadar uzak kaldım ki kullanamayınca artık bu yıl satmaya karar verdim. Üzerimdeki sorumluluk çok büyük olduğu için sadece tatillerimizde gider gelir hale geldik. Denizde vakit geçirmeyi seviyorum çünkü kafamı boşaltabiliyorum. İnsanın kendisiyle baş başa kalabilmesi zaman zaman kendisini dinleyebilmesi çok önemli. Yoğun tempolarda bazen bu ihmal ediyoruz.
Ailenizle nasıl vakit geçiriyorsunuz?
Genellikle iki çocuğum ve eşimle teknede… Bazen kızıyorlar ve “Sürekli tekneyle mi gezeceğiz?” diyorlar. Evde olduğum zamanlar 9 yaşındaki oğlumla lego yapıyoruz ve iPad’te oyun oynuyoruz. Kızım ise 15 yaşında, artık oturup sohbet ederek keyifli vakit geçiriyoruz.
Yorum yapmak ister misin?