17 yılını İnsan Kaynaklarına adayan sektörün deneyimli ismi DeFacto İnsan Kaynakları Direktörü Oğuz Erdoğan “İlk işi çalışanların mutluluğunu düşünmek olan bir birim hayal etmiştik, geçtiğimiz yıl bunu gerçekleştirmeyi başardık”diyor.
DeFacto İnsan Kaynakları Direktörü Oğuz Erdoğan, Kara Harp Okulu’nda işletme eğitimi almış. Bugün Arel Üniversitesi’nde tamamladığı MBA’in ardından aynı üniversitede almaya başladığı İşletme Doktora programına devam ediyor. 1995 yılında üsteğmen rütbesindeyken istifa ederek özel sektöre geçme kararı alan Erdoğan, iş hayatına yönetici adayı olarak geçtiğini, oryantasyon döneminde çalıştığı kurumun ihtiyaçlarını da dikkate alarak İnsan Kaynakları alanında karar kıldığını anlatıyor. “Daha doğrusu İnsan Kaynakları departmanını oluşturma çalışmalarını başlattım” diyen Erdoğan, İnsan Kaynakları alanında geçirdiği 17 yılı bizlerle paylaştı…
İnsan Kaynaklarını çalışma alanınız olarak seçmenizin sebepleri neler oldu?
Başlangıçta İK’nın stratejik olarak bu kadar önemli olduğunu fark etmeden karar vermiştim. Fakat bu alanda çalıştıkça, kurumları farklı kılan en temel unsurun insan olduğunu anladım. Bu nedenle İK alanında ilerlemeye karar verdim.
İnsan Kaynakları alanının birçok farklı tanımı var. Siz nasıl tanımlarsınız?
Kurumların başarısı ancak yüksek bireysel performanslarla mümkün oluyor. Bireysel performans için üç şartın sağlanması gerekiyor. Birincisi “çalışan bu işi yapabilir mi”, ikincisi “kendisinden ne beklenildiğini biliyor mu”, üçüncüsü ise “bu işi yapmak istiyor mu”. “Bu işi yapabilir mi” sorusunun cevabını etkin bir seçme yerleştirme süreci ile bulmak mümkün. “Kendisinden ne beklenildiğini biliyor mu” sorusunun cevabını performans yönetimi sistemi verecektir. Motivasyon anlamına gelen “bu işi yapmak istiyor mu” kısmı ise en zor olanı. Oryantasyon, eğitim, adil ücretlendirme, kariyer yönetimi, kurum kültürü motivasyonu yükseltebilmek için etkin şekilde yönetilmesi gereken süreçler. İşte tüm bunlar İnsan Kaynakları faaliyetleri olup, bireysel performansı ve bunun sonucu olarak da kurumsal performansı garanti eden çalışmalardır.
Eğitim hayatınızın profesyonel yaşamınıza ne gibi etkileri var? “İş yapış biçimimi çok etkiledi” dediğiniz eğitimler aldınız mı?
Esasında Kara Harp Okulu’nda aldığım eğitimin özü insan yönetimiydi. Okulda aldığım teorik eğitimleri kıtada görev yaparken pekiştirme şansım oldu. Topçu okulunda asteğmen adaylarına 13 dönem yöneticilik yaptım. Önüme çıkan bu şansı iyi değerlendirerek her dönemde farklı bir liderlik stili uygulayarak topluluk psikolojisini ve topluluğu başarıya götüren güdüleri anlama şansım oldu. Orada edindiğim tecrübelerin bazılarının iş hayatında da birebir uygulanabileceğini gördüm. Hiç unutamam; görev yapacağımız yerlere gideceğimiz günü beklerken, tayin olduğum birliğin komutanından bir mektup aldım. Mektupta görev yapacağım birlik ve yaşayacağım ilçeyle ilgili kısa bilgiler, sosyal ve barınma imkanları hakkında detaylar bulunmaktaydı. Oryantasyonumu iki hafta önceden başlatan bu mektup beni çok etkilemişti. Şu an çalıştığım kurumda da işe başlayacak adaylara böyle bir mektup gönderiyoruz. Birliğe katıldıktan sonra iki haftalık oryantasyon eğitimi uygulanmıştı. Yıllık, aylık, haftalık eğitim planları, günlük eğitim programları, eğitim değerlendirme toplantıları, ders notları, performans karneleri vb. uygulamalar, o dönem için özel sektörün gündeminde olmayan İK uygulamalarıydı. Bu uygulamaların özünü askeri şekilden arındırarak çalıştığım kurumda hayata geçirme şansı buldum.
Kendinizi İK alanında nasıl geliştirdiniz?
Eğitim hayatıma ilave olarak en büyük şansım çalıştığım kurumların bilgi ve tecrübeye önem vermesi oldu. En başından itibaren üniversitelerle işbirliği içinde çalıştım. Çok kıymetli hoca ve danışmanlardan çok sayıda danışmanlık hizmeti almak, bulduğum her fırsatta eğitim ve seminerlere katılmak, bu konuda bilgi ve tecrübemin artmasını sağladı. Esasında gelişim hiç bitmiyor. Halihazırda işletme doktora eğitimine devam ediyorum.
Uzun bir İK geçmişiniz var. Bu uzun süreçte Türkiye’de İK anlamında neler değişti? Neler gelişti?
Hemen hemen herkes kurumun başarısı için İK’nın ne kadar önemli olduğunun farkına vardı. Bu alanda çalışmaya başladığım yıllarda düzenli maaş ve sigortayı ödemenin, çalışanın mutluluğu ve elde tutulması için yeterli olduğu düşünülürken bugün gündemimizde yetenekleri kuruma nasıl çekeriz, nasıl geliştiririz, nasıl elimizde tutarız konuları var. İşe başladığım yıllarda “İnsan Kaynakları” tabeladan ibaretti. Artık, ağırlığını daha çok hissettiren bir departman haline geldi.
Mesleğinizin zor bulduğunuz yanları neler? Bu zorlukları aşmak için neler yapıyorsunuz?
İnsanların isteklerinin sonunun olmaması ve davranışlarının öngörülemezliği işimizin en zor olan kısmı. Bu zorluklar karşısında yapabileceğiniz empati ve sabır göstermek.
Kendinizi olumsuz değerlendirdiğiniz ve değiştirmek için çalıştığınız yönleriniz, alışkanlıklarınız var mı?
Dış görünüm olarak çok ciddi görünüyor olmam diyebilirim. Birebir ilişki kurmadığım insanlar tarafından bazen yanlış anlaşılabiliyorum.
İnsan Kaynakları alanında çalışan veya kariyer yapmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler olur?
Sadece ağzım iyi laf yapar, insanlarla iletişimim iyidir demek yeterli olmuyor. İK çalışanının, işveren ile çalışan arasında köprü görevi gördüğünden duygusal zekaya sahip, adil ve sabırlı olması gerekiyor.
Birlikte çalışacağınız ekibin hangi özelliklere sahip olmasını bekliyorsunuz?
Her pozisyon için farklı farklı beklentilerimiz olabiliyor. Ama hepsi için ilk beklediğimiz, kişinin işini severek yapmasıdır. Bu konuda çok şanslıyım; genç, dinamik ve tuttuğunu koparan bir ekibim var.
Adaylarda en çok dikkat ettiğiniz özellikler neler?
Ne istediğini bilmesi ve aday olduğu pozisyon için heyecan duyuyor olması en çok dikkat ettiğim özelliklerdir.
Görüşmelerde sorduğunuz bir favori sorunuz var mı? Bu soruyla neyi öğrenmeye çalışırsınız?
Adaylarımdan çoğu zaman önceliklerine göre üç soru sormalarını isterim. Mantıklı soru sormak çok kolay değildir. İlk soru olarak lojmanda ütü imkanı var mı, hangi takımı tutuyorsunuz, İK’cı olmasanız ne olurdunuz gibi görüşmenin formatına uygun olmayan ve cevabını aldığında bir işine yaramayacak soru soranlar çıkabiliyor. Bu soruyla adayın muhakeme yeteneğini ve önceliklerini anlamaya çalışırım.
Hiç unutamadığınız görüşme anılarınız var mı?
17 yılda, rekor sayılabilecek bir düzeyde 25 binden fazla mülakat gerçekleştirdim. Anımsadıkça çok güldüğüm, çok üzüldüğüm, çok etkilendiğim, unutamadığım birçok mülakat anım var. Bu anıları kendisi de genç bir İK’cı olan Mehmet Erkan ile İşte Mülakat (Elma, 2009) isimli kitapta yayınladım. Kitapta daha çokları var ama hiç unutamadığım anılardan biri adayın yerine görüşmeye amcasının oğlunun gelmesiydi. Meğer adayın işi varmış…
Görüşmeye giren adaylara tavsiyeleriniz neler olur? Neler yapmalı, neler yapmamalılar?
Görüşmeye gitmeden önce mutlaka teknik ve psikolojik hazırlık yapılmalıdır. Firma, pozisyon ve görüşmeyi yapan kişi hakkında yeteri kadar araştırma yapmak teknik hazırlığa girmektedir. “Ben bu işi yeterince istiyor muyum”, “bu şirkette, bu insanlarla, uzun yıllar, mutlu bir şekilde çalışabilir miyim” sorularının cevapları ise psikolojik hazırlığa giriyor. Hangi yetkinliklerinizden dolayı bu pozisyon için tercih edileceğinizi bilmek de görüşmede şansınızı yükseltecektir. Kişinin kendini olduğundan farklı göstermeye çalışması, kibirli davranışlar sergilemesi, eski şirketini kötülemesi asla yapılmaması gerekenler olarak sıralanabilir.
Defacto’da son zamanlarda ajandanızda hangi İK projeleri yer alıyor?
Mağaza çalışanlarımızın yüzde 45’ini üniversite öğrencileri oluşturuyor. Çalışanlarımız öğrenim görürken hem geçimini sağlıyor, hem de iş tecrübesi kazanarak kariyerine hızlı bir başlangıç yapıyor. Öğrencilik döneminde çalışma hayatına başlayanların iş yaşamında akranlarına göre daha çabuk yol aldığını gözlemliyoruz. Bu bağlamda gençlere öğrenim sürecinde mutlaka çalışmalarını tavsiye ediyoruz. Geçen yıl 11 üniversiteye giderek yetenekli adayları çekebilmek için sunumlar yaptık. Yılda dört kez yaptığımız yönetici yetiştirme programımızın her birine sekiz bini aşkın aday başvuruyor. Katılımcılara, altı aylık eğitim sürecinde orta ölçekli bir işletmeyi yönetecek, mesleki ve yönetim becerileri kazandırıyoruz. Bu programı Arel Üniversitesi ile birlikte yaparak sertifikalı hale getirdik. Şimdi de Dicle Üniversitesi ile birlikte aynı programı Güneydoğu’da yaşayan gençler için yapıyoruz. Bir diğer önemli projemiz de “mutluluk yönetimi”. Türkiye’nin ilk ve tek mutluluk müdürüne sahip şirketiyiz. Çalışan mutluluğunu sürekli gündemde tutmak ve gereken önemi göstermek için sabah işe geldiğinde ilk işi çalışanların mutluluğunu düşünmek olan bir birim hayal etmiştik, 2011 yılında bunu gerçekleştirdik. Şirketler hedeflerine ancak şirketlerine gönülden bağlı ve yüksek performans gösteren çalışanlarla ulaşabilir. Mutluluk Müdürü’nün görevi, çalışanların iş tatmini açısından mutlu olmalarını sağlamak, onları dinlemek, sorunlarına çözüm üretmek ve motivasyonlarını yüksek tutmak için gerekli aksiyonları planlamak.
İK ekibiniz kaç kişiden oluşuyor, Defacto olarak İK alanında hedefleriniz neler?
Dört yıl önce üç kişilik bir ekibimiz vardı. DeFacto’nun büyümesine paralel olarak İK ekibi de büyüdü. Şu an ekibimiz toplam 33 kişi. DeFacto İK ekibi olarak hedefimiz ilkleri yapan, öncü, yenilikçi bir departman olmak.
Mesleğiniz dışında kendinize vakit ayırdığınız zamanlarda neler yapmaktan hoşlanırsınız?
En büyük tutkum yazmak. İkinci kitabım Ocak ayında yayınlanacak. Şu an üçüncü kitabım üzerinde çalışıyorum.
Yorum yapmak ister misin?