Oyunculuk piyango bileti almak gibidir

 

Çocukluğundan bu yana oyunculuk mesleğiyle iç içe olan Memet Ali Alabora, kendi oyunculuk yolculuğunu başarıyla sürdürüyor. Oyuncunun kariyer planı yapmasının çok zor olduğunu söyleyen Alabora, “Mesleğin ilk yıllarında oyunculuk, telefon beklenilen bir iştir” diyor
Ona oyunculukla nasıl tanıştığını sormak, herhalde soruların en absürdü olurdu… Annesi Betül Arım, babası Mustafa Alabora olan Memet Ali Alabora’nın bu isimlerin yanı sıra neredeyse bütün ailesi oyuncu desek sanırım yanlış ifade etmiş olmayız. Biraz sıralayalım; babaannesi beş yıl Darülbedayi’de Raşit Rıza’nın yanında oyunculuk yapmış, babasının dayısı besteci Selahattin Pınar’ın ilk eşi Afife Jale, babasının kuzeni Derya Alabora onun kocası Uğur Yücel…
Kısacası, Memet Ali Alabora’nın da söylediği gibi, başka bir meslekle hiç iletişime geçmemiş biri o. Ama yine de bir insanın oyunculuğa istek duyabilmesi için “Hayatlarının bir yerinde mutlaka biri tarafından izlendiğini görmüş olması gerekir” diyen Alabora, karşıdan alınacak o sinyalin çok önemli olduğunu, bir oyuncu adayının ilk seyircisini bulmasının onu yola çıkaracağını anlatıyor.
Memet Ali Alabora’yla kendi oyunculuk yolculuğundan, daha önce hiç denenmemiş yeni oyunu Mi Minör’e ve Oyuncular Sendikası faaliyetlerine kadar kapsamlı ve çok keyifli bir röportaj yaptık.
Siz seyircinizi nerede buldunuz?
Ben çocukluğumdan bu yana öyle bir evin içinde büyüdüm. Ama asıl olarak özellikle babamın arkadaşı olan insanlar “oyunbaz” insanlardı. Yani, kendi hayatlarında da oyunbaz olan, sürekli oyun oynayan hikaye anlatan insanlardı. Ben de çocukluğumdan itibaren böyleydim. Büyük ihtimalle başka bir meslekle uğraşsaydım da oyun oynayan, hikaye anlatan, taklit yapan biri olurdum. Bilirsiniz her mahallenin bir oyuncusu vardır, o kişi bir hikayeyi yirminci kez anlatır siz yine dinlersiniz. “Ya Ahmet Abi bir daha anlatsana”  dersiniz. Ben işte bu ikisinin arasında bir yerdeydim, yani hem mesleği aktörlük olan hem de kendi hayatlarında oyunbaz olan insanlarla birlikteydim. Ama net olarak söyleyebileceğim bir şey var ki; eğer başka meslekler de olabileceğini görmüş olsaydım, yani başka mesleklerin de içeriğiyle bir ilişki kurabilseydim, başka bir şey olmayı tercih edebilirdim. “Bir daha dünyaya gelseniz” diye sorarlar ya; ben bir daha dünyaya gelseydim bu mesleği kesinlikle yapmazdım. Niye yapayım ki, bir daha dünyaya gelmişim o kadar, o zaman başka bir şey yaparım.
Başka bir meslek yapmanızı öğütleyenler oldu mu ?
Annem değil de babam çok öğütledi. Ben küçüklükten bu yana ticaret de çok yaparım. Sitede niyet yapar, kendi oyuncaklarımı satardım. Başka sitelerden mallar getirirdim. Babam da bu yüzden iş adamı olabileceğimi söylerdi. Bir ara hem basketbolcu hem tiyatrocu olmak istedim, ama sporcu olmak için yeterince çalışmadım. Babama da oyunculuğun onların zamanında olduğu gibi olmadığını söyledim. Lisede fen ve matematiğim iyi olduğu için öğretmenlerim sayısal bölüm seçmemi söylediler. Bütün ailem oyuncu, bana bile “Oyunculuk meslek değil, sen başka bir şey yap oyuncuk da yaparsın” denmiştir.
Seçiminizi ne zaman yaptınız, kariyer dönemeciniz ne oldu?  
Lise son sınıfı yarı dönemde bitirmiştim. Bu arada dublaj yapabilirim diye düşünürken, Savaş Ay’ın bana daha önce söylediği muhabirlik işi aklıma geldi. Bana, “Gençlerle çalışıyoruz, sen de gel” demişti. Böylece A Takımı’nda muhabir olarak çalışmaya başladım ve altı ayda inanılmaz bir şey açıldı hayatımda. Hani dedim ya, “başka bir şey olabileceğimi bilseydim” diye, işte orada bildim. Bir başka bir meslek varmış, gazetecilik… Gece nöbete de kalıyordum, polis telsizi de dinliyordum. Sonra İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nı da kazandım. Gazeteciliği iki yıl okulla birlikte sürdürdüm. Sonra ben bir yerde bir karar verdim. Gazeteci de olabilirdim, ikisini de yapmaya çalışabilirdim ama oyuncu olmaya karar verdim.
Bu dönemden sonra bir kariyer planı oluşturdunuz mu kendinize? 
Aktörün kariyeri maalesef çok iyi planlanabilen bir kariyer değil. Oyunculuk bir anlamda telefon beklenilen bir iştir, tabi starlar hariç. Ama genelde hayatınızın ilk dönemi telefon beklemekle, oyuncu seçmeleri kovalamakla ve görüşmeye gitmekle geçer. Oysa iş hayatında doğru işi bulursanız, örneğin; Kariyer.net’ten bulacağınız bir işle, iyi bir iş bulduysanız belki de oradan emekli olursunuz. Oyunculuk öyle değil, doğru işi bulursunuz, örneğin en popüler bir dizide ikinci rolü oynarsınız, çok tanınırsınız. Ama sonra hiçbir şey olmayabilir hayatınızda. Oyunculuk piyango bileti almak gibidir. Ben bu kariyerde canımın istediğini yapmayı tercih ettim. Kariyer seçimim, heyecan duyduğum şeyler oldu. Bunun yanında elbette ekonomik olarak yapmam gereken işler de oldu. Oysa kariyer yapmak demek, kişisel bir iş planı yapmak demektir.
Buradan son oyununuz Mi Minör’e geçmek istiyorum. Seyircinin son derece aktif olduğu, daha önce denenmemiş bir oyun. Nasıl tarif edebiliriz Mi Minör’ü? 
Bunu biz de çok düşündük ve “Müzikli iktidar oyunu” dedik. Ama tek başına çok da bir şey anlatmayan bir ifade bu. Mi Minör, seyircinin doğrudan dahil olduğu, doğrudan kendi seçimini yaparak kendi kararlarını vererek oyunun içinde rolünü belirlediği ve aynı anda sosyal medya üzerinden de entegre edilmiş bir RPG’nin oynandığı (Roll Play Game) dünyanın ilk tiyatro oyunu örneği.
Nasıl ortaya çıktı Mi Minör?
Bir gün bir oyuna gittik ve hiç sevmedik. Sonra eve geldiğimizde, biz oyunu tartışırken Meltem Arıkan gitti ve geri geldi “ben bir oyun yazdım” dedi. Aynı akşam içinde bir oyun yazdı. Absürd bir ülkede geçiyordu, henüz oyunun geçtiği ülke Pinima’nın adı konmamıştı. Bir yaz boyunca oturduk ve buna çalışmaya başladık. Sahneye ben koymak istedim çünkü herhangi bir tiyatro salonunda olmamalıydı. Spor salonu gibi bir yerde yapmak istedim. Bunun ardından sosyal medya da işin içine dahil oldu. Dünyanın her yerinden arkadaşlarımız oldu. Hayatımızın içindeki sosyal medya, oyunun içine sızmaya başladı. Sonunda dört tane web sitesi olan, bütün oyunun aynı anda internetten canlı yayınlandığı, o sırada 5 – 6 bin tweet atılan, seyircinin, oyuncunun ve de dijital oyuncunun aynı anda etkileşim sağladığı, gecede 120 bin etkileşim yaratan, bazen 40 – 50 bin tane hesaba ulaşılan bir etki alanına sahip bir oyun meydana geldi.
Peki seyircinin ilk anda tepkisi nasıl oldu?
Ben oyunu koyarken de ihtimaller üzerine koydum. Muhtemelen “şu köşede 100 kişi olacak, herhalde burada 50 kişi olur” diye oyunu kurdum. Çünkü 300 kişiyle prova yapacak halimiz yok. Ön oyunda nasıl olacağını görmek istedik. Acayip tepkiler oldu, bağıranlar çağıranlar… Mi Minör’ün aynı anda yapmaya çalıştığı şey şu: Türkiye’de ya da dünyanın başka bir yerinde gündelik hayatta yaşadığımız bir şeylere de tepki veriyoruz veya vermiyoruz. Yani bir duruşumuz var. Bir taraf seçiyoruz kendimize. İnsan politik bir hayvandır, politik olmayan kimse yoktur. Hiçbir şeye bulaşmama, kenarda oturma seçimi de politiktir. Biz oyunda bir deney alanı yaratalım istedik. Oyunu aynı zamanda akademik olarak takip eden bir grup da var. İnsanlar rahatlamak için mi bu tepkileri veriyorlar yoksa gerçekten böyle bir durumla karşılaştıklarında bu tepkileri verecekler mi? Siyasi olarak kendilerine bir pozisyon belirliyorlar mı? Bütün bu sorular kafamızdaydı. Seyircinin politik, siyasi ya da gündelik kararlarıyla ilgili bir deney alanı aslında Mi Minör.
Oyununuza devrim yapmaya gelen öğrenciler de var…
Mi Minör muhalif bir oyun. İkinci oyunda kadının biri bana ayakkabı fırlattı. Sonra sormuşlar kadına, “dayanamadım” demiş. Ocak ayı itibariyle tiyatroda benim duymadığım bir şey oldu. Bir gün Twitter’da Gabardin Devrimi adıyla bir hesap açıldı. Bir grup ilk geldikleri oyunda oturma eylemi yapmıştı ve polis de üstlerine su dökmüştü. Sonra su geçirmeyen bir kumaş olduğu için adını Gabardin Devrimi koydukları bu girişimle Çemberlitaş Anadolu Lisesi’nden örgütlü bir grup öğrenci oyuna geldi. Sonra İzmir’li bir grup, Aydın Üniversitesi’nden bir grup… Kendileri toplumsal bir muhalefet oyunu oynuyorlar aslında. Oyun da böylece kendi kendini sürekli değiştiriyor ve dönüştürüyor.
Oyuncular sendikası çalışmalarınız da var. Kurulduğu günden bugüne nasıl yol alındı?
Bu sektörde bir problem var, sektörün çalışanları mutsuz. Sektörün çalışanlarının en göz önünde olanları da oyuncular. Dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde oyuncular, sendika çatısı altında örgütlüdür. Fransa, Almanya, İngiltere, Hindistan, Brezilya, Amerika ve Kanada gibi. Biz de sendikayı kurduk ve önce oyunculara bağlı çalışan olduklarını yani işçi olduklarını anlatmaya çalıştık.
Oyuncunun işçi olması kavramını açar mısınız? 
Sendika işçilerin örgütüdür. Yani emeğini satanların örgütüdür. Ama biz serbest meslek makbuzuyla çalışıyoruz. Hatta ben 2000 yılında bir yerde form doldururken meslek hanesine serbest meslek yazdığımda bunu düşündüm. O dönem Yılan Hikayesi dizisini çekiyorduk ve bana en meşhur olduğum dönemde bile “şu saatte gel, şu saatte yemek ye, şu saatte git” diyorlardı. Demek ki ben aslında Yağmur Ajans’ta çalışıyordum. Ama forma serbest meslek yazıyorum. Bu sendikal süreç hepimize sektörümüzün, emek veya sermaye kavramlarını bilsek de özümsememiz gerektiğini anlattı. İlk başlarda işçi sözcüğünü hiç kullanmadık, sadece bağlı çalışan dedik. Çünkü işçi bir anda herkes için elinde alet kutusu olan birilerini çağrıştırıyor. Bu beyaz yakalılarda da böyle, sanki işçiler başka birileri, kendileri başka birileri gibi düşünüyorlar, onun için de beyaz yakalıların içindeki sendikalılık oranı yüzde sıfır civarındadır.
Sendika çok yeni, neler yapıldı ne kazanımları oldu?
Kurulduğumuzdan bu yana dört ana işle uğraşıyoruz. Birincisi sigortalılık meselesi, ikincisi çalışma koşulları, birebir takip ediyoruz, setleri takip ediyoruz ve birebir müdahil oluyoruz. Bazı setlerde düzelme olduğuna tanık olmaya başladık. Daha da genişleteceğiz. Çocuk oyuncular için bir kampanya başlatıyoruz, 23 Nisan’da başlayacak kampanya, çocuk oyuncuların yasadışı olarak çalıştırılmasının yasal bir zemine çekerek bir düzenleme getirmesini planlıyoruz. Ayrıca Sine-Sen’le ortak olarak iş sağlığı ve güvenliği konusunu yürütüyoruz. Kendi sektörümüzün iş sağlığı ve güvenliği kurallarını ortaya koymak üzere bir kılavuz hazırlıyoruz.

Oyuncularda da algı değişikliği yarattı mı sendika kurulduğu günden bu yana?

Bugün bir başrol oyuncusu, dizi setlerinden birinde “Yeter, ben 12 saatten fazla çalışmayacağım artık” dedi. Bunun karşısında karşı taraf dedi ki, “Sözleşmenizde böyle bir madde yok.” Sözleşmende olmayınca seni çalıştırabileceğini zanneden yapım tarafları var Türkiye’de. Bunun bir başrol oyuncusunun diyebiliyor olması çok önemli bir durum. Artık oyuncular sorunlarında direk sendikayı muhatap alarak aramaya başladı. Sendikanın binden fazla üyesi var. Türkiye’de 10 bine yakın oyuncu olduğunu düşünüyoruz. Bunların 5 ile 7 bin arası aktif olarak sektörde çalışan oyuncular.

 

İstanbul’daki genel kültür-sanat hareketini nasıl görüyorsunuz?

Türkiye’deki kültür aktörleri olarak 2010’a girerken zannettik ki, Londra, Paris, New York gibi şehirlerle yarışacak haldeyiz. Oysa İstanbul’da ne öyle bir seyirci var, ne öyle bir kültürlenme talebi var, ne öyle bir altyapı var, ne öyle bir üretim var. Oysa bu durum aslında her şeyle ilgili bir durum, kariyerle de. Çünkü siz yaratıcı zekaya yatırım yapmazsanız, yaratıcı endüstriye yatırım yapmazsanız, burada bulunan herkesin kariyeri sıkıcı olur. Çünkü artık büyük kentler endüstri üretmiyorlar, büyük kentler yaratıcı zekalarla yaratıcı işlerle var oluyorlar. Bu da provake edilen, ajite edilen kafalarla olabilir.  Siz en büyük teknoloji uzmanlarını, en acayip CEO’ları buraya getirin, ama onları besleyecek malzeme sunmanız, burada olmazlar. Onların duyularını harekete geçirmeniz lazım.

Heberler’den bahsetmeden olmaz, nasıl çıktı proje?
Levent Kazak’ın fikriydi, Elif Dağdeviren bizi bir araya getirdi. 15 tane yazarı olan bir ekip ve aynı zamanda reji ekibinde çok çalışanımız var. 15 Dakikalık bir program için çok emek var. Sosyal medya üzerinden çok yayılıyor ama bu kanalda olmak bizim için avantaj. Benim için işin mecrasından ziyade işin içeriği önemli. Örneğin iki yıl evvel, bir sürü işi yapmaktansa Heberler’i yapmayı tercih ettim. O mecrayla ne anlatmak istediğiniz önemli.
Bütün bunların dışında neler yapıyorsunuz?
Hiçbir şey yapamıyorum, ne at binebiliyorum, ne spor yapabiliyorum, ne yemek yapabiliyorum. Şu anda sadece boş kalabilmek istiyorum.
Kocaeli Üniversitesi Gazetecilik bölümünde okurken genç bir muhabir olarak başladığı yazı ve haber merakı hiç eksilmedi. Muhabirlik, editörlük ve kurumların web sitelerinin yönetiminin ardından Temmuz 2011’de Kariyer.net’e İçerik Yöneticisi olarak katıldı. Haber Türk Kariyer, Kariyer Dergi ve Kariyer Rehberi için içerikler üretti.
**İçeriklerimizle ilgili görüş ve önerilerinizi editor@kariyer.net adresinden bize iletebilirsiniz.