Psikoterapi ve insanlara hizmet alanlarında 30 yıldır uluslararası danışmanlık, yazarlık ve grup önderliği yapan psikolog Frank Cardelle, ABD’de doğdu. Askeri okullarda eğitim gördü ama sonra savaş karşıtı eylemlerinden dolayı ülkesi dışında sürgünde yaşamak zorunda kaldı. Bu yıllarda Kanada, Doğu Arktik ve Kuzey Batı Amerika bölgelerindeki aborjin toplulukları arasında Kızılderili geçmişini buldu. Yıllarca dönem dönem bu topluluklarla birlikte yaşadı. Doktora çalışmasını tamamladıktan sonra UCLA’da, Zurich C.G. Jung Enstitüsü’nde ve Kanada Gestalt Enstitüsü’nde Bütünsel Tıp üzerine çalışmalar yaptı. Özellikle alkol bağımlılarıyla gerçekleştirdiği psikoterapi seanslarıyla büyük başarı kazandı. Cardelle, halen Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinde insanların kendi içlerindeki lideri nasıl çıkaracaklarını kendine özgü tarzıyla anlatıyor. Yazdığı 6 kitap 9 dilde dünya çapındaki okuyucularıyla buluşuyor.
Frank Cardelle, psikoloji alanındaki çalışmalarıyla Kızılderili köklerini bulmak üzere çıktığı uzun yolculuğun kendisine kazandırdığı dünya görüşünü harmanlıyor ve liderlik kavramına yeni bir yorum getiriyor. O, herkes kendi yaşamının lideri haline geldiğinde dünyanın da dengeye kavuşacağına inanıyor. Bu dengenin aslında köklerimizde mevcut olduğunu ama köklerimizden zamanla uzaklaştıkça onu unuttuğumuzu savunuyor. George W. Bush’un yeniden Amerikan başkanı seçildiği tarihe denk gelen söyleşimizde, gerçek liderliğin gereklerini Bush’u kötü örnek olarak gösteriyor Dr. Cardelle. Ve oradan Türklerin liderlik özelliklerine, yeni insan türünün taşıması gereken sorumluluklara kadar uzanıyor sohbetimiz…
Liderlik kavramının içine sizce neler giriyor? Lider kimdir?
Ben liderliğe biraz farklı, daha önceden pek bakılmamış bir açıdan bakıyorum çünkü artık eski gözlerle bakmamalıyız. Bana göre liderlik bir pozisyon değil, bir süreç ve artık insanlar bu sürecin değişken olabileceğini anlamaya başladılar. Politikada liderler var, iş yaşamında, ev yaşamında liderler var. Hatta baktığınızda bir arkadaşlık ilişkisinde bile bazen biri bazen de diğeri liderlik görevini üstlenebiliyor. Liderlik güç vermek anlamına geliyor. Kendimize ve diğerlerine… Genelde lider olarak tarif ettiğimiz kişilere baktığımızda bir şeylerin peşinden gittiklerini görüyoruz. Bir inancın, bir fikrin, duygularının veya bir seçimin peşinden gidiyorlar. Önemli olan şey, pusula görevi gören bu inancın kendisi.
Liderlik neden önemli? İnsanın kendini ve toplumu geliştirmesine nasıl yardımcı oluyor?
Bence hala buzdağının yüzeyini görüyoruz; daha derinlere inip insan ruhuna, insanlık tarihine, genel olarak insanlık deneyimine bakmamız gerekiyor. Aslında kafamızdaki birçok kavramın kökleri çok gerilerde, uzun bir geçmişte saklı. Bu yüzden bu geçmişi anlamamız gerekiyor. Bizim yaptığımız şey tekerleği yeniden, yeniden icat etmek. Yapmamız gereken ise tekerleğin orada olduğunu kabul edip onu en iyi şekilde nasıl kullanacağımızı bulmak. Burada herkese sorumluluk düşüyor. Bence lider bu sorumluluğu alan kişidir. Kendi yaşamının ve etrafında olup bitenin sorumluluğunu alabilendir. Şu an çok kutuplaşmış bir dünyada yaşıyoruz. Amerika bu düşünce tarzının en somut örneği. George W. Bush’un bütün konuşmalarında, davranışlarında bu kutuplaşmayı görebilirsiniz. Her şeyi kutuplar halinde görüyor ve günü nedeniyle onun bu görüş açısı bütün dünyaya yansıyor.
Bush’un liderliğini kötü mü buluyorsunuz?
Dünyanın haline bakmak yeterli. Her şey onun kafasında doğru ve yanlış olarak ayrılmış durumda. “Ben sizin liderinizim ” diyor, “Tanrı tarafından sizi yönetmek için seçildim.” Bu yeni değil. İnsanlık bu görüş yüzünden yüzyıllarca savaşlarla vakit kaybetti, göstermesi gereken gelişimi gösteremedi. Bush da bu arkaik görüşten geliyor ve bunun kesinlikle doğru olduğunu düşünüyor. “Onlar düşman, bizler iyi adamlarız” görüşü son derece çocukça ve tehlikeli. Artık bu düşünce tarzını aşmamız gerekiyor. Bu kutupsal yaklaşımı çeşitli ülkelerde yaptığım çalışmalarda atölye çalışmalarında da sıkça görüyorum. Sadece siyahı ve beyazı gören, ara tonları algılayamayan bakış açısı bizi sadece yıkıma götürür. Ruhumuza, ilişkilerimize, topluma ve dünyamıza zarar verir. Oysa ki kutuplar, bir kartalın iki kanadı gibidir, dengeyi sağlarlar.
Türkiye’de de çalışmalar yaptınız. Türk insanlarını, özellikle de işadamlarını liderlik bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de katıldığım atölye çalışmalarında, verdiğim konferanslarda ve yaptığım sohbetlerde ataerkil yapının hala çok güçlü olduğunu gördüm. İnsanlar emir – komuta zincirine çok alışık. Ben de askeri okulda okuduğum için ipuçlarını çok iyi yakalayabiliyorum. Belki bunun bir nedeni de Türk erkeklerinin zorunlu olarak askerlik yapmasıdır. Bildiğim kadarıyla geleneksel olarak da Türk erkekleri doğuştan asker olarak anılıyor. Bunun hem iyi hem de kötü tarafları var elbette. Asil bir samuray savaşçısı gibi kendini adama özelliği çok güçleniyor ama bir yandan da bireyselliğin kaybolmasıyla ilgili sorunlar yaşanıyor.
Sizce lider mi doğulur yoksa sonradan mı lider olunur?
Ben her ikisinin de mümkün olduğunu söylüyorum. Liderlik, canlı olmak ve bunu ifade etmek için sahip olduğumuz tüm kapasitemizin pek çok arketipsel (ilk örnek, temel model) şekillerinden ve kaynaklarından bir tanesi. O, bu gezegen üzerinde süregiden evrimimiz için gereken rehber prensiplerden ve kaynaklardan biri. Bu kaynağın geliştirici rehber gücünün yokluğunda evrimin veya geleceğin var olmayacağını biliyoruz. Her birimiz düzenin planlanmasında bir rol oynuyoruz ve bu sorumluluğu üstlenmeliyiz. Artık kendini ve dünyayı farklı bir şekilde algılamaya başlayan yeni bir insan türünün oluşmaya başladığını düşünüyorum. Evrimimizin bir sonraki safhasına geçmeye hazırız artık. Bu yeni insan türü artık arkaik korkularıyla yüzleşecek, gölgesini ışığa dönüştürecek ve kendine, etrafındaki insanlara, gezegene zarar vermeyi bırakacak.
Frank Cardelle’in son kitabı “Işığa Dönüşen Gölge: Önderliğimizi ve Yazgımızı Yeniden Kendi Elimize Alma Yolları” geçtiğimiz aylarda ülkemizde de yayınlandı. Kitabında Cardelle doğuştan gelen liderlik kapasitemizle olan bağlantımızı koparan özellik ve alışkanlıkları şöyle sıralıyor:
- Özgüven eksikliği ve kendine değer vermemek.
- Yalan söylemek, özürler uydurmak ve sağlam olmayan bir mantıkla her şeyi haklı göstermeye çalışmak.
- Bizi çıkmaza sokan içsel senaryolarımız.
- Affetmeyi ve oluruna bırakmayı reddetmek.
- İmgelemimizi dikkatsizce kullanmak.
- Yaratıcı kaynaklarımızı ziyan etmek ve kötüye kullanmak.
- Daima haklı çıkma isteği.
- Dinleme ve konuşmayla ilgili yetersiz iletişim becerileri.
- Korkularımızla arkadaş olamamak.
- Net hedeflere sahip olmamak.
- Değerli bir amaç için de olsa kendimizi adamaktan kaçınmak.
- Daha çok risk almaktan korkmak.
- Yaşamımızın sorumluluğunu kabul edememek.
- Umudu kaybetmek.
- Yeterince cesur olmamak.
- Hayal kuramamak veya vizyon görememek.
- Kendimizi sevmemek.
- Kibirli olmak.
Yorum yapmak ister misin?