Türkiye radyoculuk geçmişinde gerçekten önemli bir programcı Geveze. O, yaptığı 3,5 saatlik programıyla televizyonun gölgesinde kalan radyoya her sabah binlerce insanı çekiyor. Bu başarısının işini çok sevmesinden kaynaklandığını hemen anlıyorsunuz. O “Ölüyorum bu iş için. Dünyada daha güzel hiçbir şey bilmiyorum.” diyor.
Geveze… Biraz radyo karıştırıyorsanız mutlaka bir sabah yolunuza çıkmıştır. Hatta çoğunuzda bağımlılık yaratmış, ya sabah onun sesiyle uyanmaya ayarlamışsınızdır saatli teybinizi, ya da uyanır uyanmaz parmakları radyonun düğmesine gidenlerdensinizdir. Evde, arabada, iş yerinde güzel bir güne başlamanızı sağlar Geveze. Solunuzdan da kalkmış olsanız, birkaç dakikada sağınızdan kalkmış gibi yapar sizi. Sinirleri alır, sıkıntıları savuşturur, sürekli güldürür. Otobüste ya da tek başınıza arabanızda giderken etrafınızdaki pek çok insanın garip bakışlarını fark ettiğinizde ancak anlarsınız kahkahalar attığınızı. O garip bakışların odağı olduğunuz için ne kadar sıkıntıda olsanız da kendinizi durduramazsınız. Elinizle ağzınızı kapatsanız, derin derin nefesler alsanız da kar etmez, gelir gerisi. Halbuki bilmezler ki Geveze kulağınıza bir şeyler fısıldıyor. Yine tetikliyor gülmenizi…
Radyoculuk nasıl girdi hayatınıza?
Radyo aslında benim çocukluk hayalimdi. Çocukluğum yazları Büyükada’da geçti. 14-15 yaşlarındaydım. Küçük FM vericileri yapardım. 60’lık ve 90’lık kasetler hazırlardım. Bir program hazırlardım, şarkı filan da çalardım. Teypten vericiye bağlantı yapardım. Ondan sonra kaseti koyardım teybe ve bisikletle hemen aşağıya inip Heybeli, Burgaz ya da Kartal vapuruna binerdim. Yolda kendimi dinlerdim. Sesim nereye kadar çekiyor diye test ederdim. Öyle başladı radyoculuk aslında. Üniversiteden turizm işletmeciliği bölümünden mezun oldum. Babamla çalışıyordum. Eş zamanlı olarak bar şarkıcılığı yapıyordum. 91’in sonuydu herhalde. Bay J ile birlikteydik o zaman da. Biz yine şarkı söylerken bir radyodan “radyo programı yapar mısınız?” diye teklif geldi. O zamanlar gizli saklı Etiler’de bir evin arka odasında canlı yayın yapıyorduk. Daha sonra orası Ortaköy üstlerinde bir villanın ikinci katına taşındı. O zamanlar yasaktı radyo yayını yapmak. Bütün radyolar 92 yılına kadar kaçaktı. 92’den sonra radyoların hepsini kapattılar. Benim çalıştığım radyo da kapandı. Ve Londra’da Number One Radyo Klass diye bir radyo açıldı. Londra’dan yine kaçak yayın yapıyordu İstanbul’a. Arkadaşlarım Londra’ya gittiler. Ben gitmek istemedim. 8 ay sonra radyolar geri döndüler ve ben de tekrar radyoculuğa başladım. O gün bugündür radyoculuk yapıyorum. Şimdi programımın 17.senesi.
İnsanlar sabah kalktıklarında siz çoktan radyonun başında programınıza başlamış oluyorsunuz. Nasıl bir yaşamınız var? Hangi saat dilimlerinde yaşıyorsunuz bir günü?
Sabah saat 05.00 civarı kalkıyorum. 05.30 gibi ancak hazır oluyorum. 05.40’ta evden çıkıyorum. 06.30 gibi programa başlıyorum. Saat 10.00’da program bitiyor. Programdan sonra ertesi gün için yarım saat kadar ufak tefek hazırlıklar yapıyoruz. Programda kullandığımız metinlerimiz var, onlara hazırlanıyoruz. Onun dışında Bay J ile birlikte şarkı söylediğimiz bir müzik grubumuz var. 10.30’dan sonra müzik grubumuzla ilgileniyorum. Onunla ilgili toplantılar oluyor. Küçük bir stand up yapıyorum. Bazen onla ilgili toplantılarım oluyor. Her gün bir şeylere koşuyorum. Akşamüstü saat 16.00, 17.00 gibi eve gidiyorum. 17.00 ile 20.00 arasında kendime özel zaman ayırıyorum. 21.00, 22.00 gibi de yatıyorum.
Her sabah çok erken uyanıp insanların gülmelerini sağlamak zor olmuyor mu? Bazen canınız sıkkın olabilir, kendinizi iyi hissetmiyor olabilirsiniz. Zorlandığınız zamanlar oluyor mu?
Evet, bazen zor programlar olabiliyor. Programın yüzde 70’i doğaçlama. Yüzde 70 doğaçlamanın olduğu bir programda yaşam enerjinizin az olması doğaçlamanızı kıtlaştırıyor. Bazen iyi bir program olamayabiliyor ama vasatın altına düşmemek için çok zorluyorum. Genelde yüzde 80 eğleniyoruz programda.
Dinleyicilerle de sürekli telefon bağlantısı gerçekleştiriyorsunuz. Bazı dinleyiciler sizi zor durumda bırakıyor mu?
Bazen donakalıyorum. Telefonla katılanlar abidik gubidik şeyler söyleyebiliyor. Bugün mesela bir dinleyicimiz vardı. Kocasının onu nasıl aldattığını anlatıyordu, kocası ona müdahale ediyordu, “öyle değil böyle” diye. Dolayısıyla “vayy be” dedirten durumlar olabiliyor.
Programınız aynı zamanda kadın erkek ilişkileri üzerine. Pek çok konuda pek çok kadın ve erkekle konuştunuz. Sizce kadınlar ne istiyor?
Evet, bu konuda uzman olduğumu söyleyebilirim. Hatta hasbelkader bir psikolog kadar fikrim var diyebilirim. Kadınlardan başlamak gerekirse; kadınlar garip. Hani printer makineleri vardır. Her şeyi bir arada yaparlar. Hem faks çekerler, hem fotoğraf basarlar, hem fotokopi çekerler, hem printer olarak kullanılırlar. İşte kadınlar bunu istiyor. Hem de bütün bunları çok iyi yapmasını istiyor. Ama gerçek şu ki; o sadece printer’larda oluyor. İnsanların öyle özelliklere sahip olduğunu çok sanmıyorum. Mesela yüzde 70’in üzerinde kadın, maço erkeklerden hoşlanıyor. Erkeğin ilişkiye daha hakim olmasını istiyor. Ama kendisi bir şey söylediği zaman da erkeğin ona iyi davranmasını istiyor. “Aşkım, canım, birtanem” desin ama arada “akıllı ol” da desin. Sonra yakışıklı, akıllı ve zengin de olsun istiyor. Sıralamayı sorarsan da önce zengin, sonra yakışıklı, en son da akıllı olsun istiyor. Bazen sırası değişiyor. Bütün bunları maço bir erkek platformunda istiyor. Çoğu kadın aslında kafasındaki erkeği bulamadığı için de mutsuz oluyor. Sürekli bir arayışta oluyor. Ben buradan bütün kadınlara sesleniyorum: Böyle bir adam yok! Ben rastlamadım yani. Bu tarz çok az adam vardır herhalde.
Peki ya erkekler ne ister?
Erkekler de kadınların güzel vücutlu olmasını ya da vücutlarının belirli bölümlerinin güzel olmasını istiyor. Belki de erkeklerin yüzde 75’i Angelina Jolie’yi istiyor. Bütün bunları taşıyan canlının çok akıllı olmasını istemiyor. Çoğu akıllı kadınlardan hoşlanmıyor ama sorduğunuz zaman akıllı kadınlardan hoşlandığını söylüyor. Azla yetinebilen kadın istiyorlar. Sürekli dırdır yapan, sürekli bir şeyler isteyen ve sürekli hesap soran kadınları sevmiyorlar. “Neredesin, ne yaptın?” sorularını sevmiyorlar. Mesela aldatan erkeklerin çoğunun hep bu tür davranan kadınların eşleri ya da sevgilileri olduğunu gördüm.
Sizce kadınlar ve erkekler hiçbir zaman anlaşamayacaklar mı?
Mümkün değil ki. Adamın aklından “uff, kuru fasulye nefis olmuş, şundan biraz daha alayım mı?” diye geçerken, kadın “acaba yeni aldığım naylon çorabımı fark etti mi?” diye düşünüyor. Başka yerdeler. Adam yiyor “Ooo evet süper” diye. Kadın diyor “Aaa evet çorabımı fark etti, yüzü çok mutlu” diyor. Ama bilmiyor ki olay kuru fasulyede. Diğer bir taraftan bakarsak, bana göre hiç kimse mutluluk aramıyor. Bir şey veriliyor sana ve onu istiyorsun. Mesela bu fotoğraf makinesini kullanıyorsun çünkü en iyi marka. Saçlarını bilmem nerede yaptırıyorsun, çünkü iyi bir kuaför. Yani bize bir şeyler veriliyor. Mesela ben hala merak ediyorum neden güzel kadının ölçüleri 90-60-90’dır diye. Neden? Şişman olsa güzel değil mi? Neden? Neyi güzel değil? Hangi standarda uygun değil? O standardı kim belirledi? Dolayısıyla bence insanlar komik şeylere, komik standartlara takılıyorlar ve onları arıyorlar. İşte böyle de mutsuz oluyorlar.
Sizin için iyi müzik nedir? Neler dinlersiniz?
Kulağıma güzel gelen her şeyi dinliyorum. İyi müzik dinliyorum. Mesela Sergei Prokofiev iyi müziktir. Mark Knopfler iyi müzik yapar. Türk ordu müziğini, mehter müziğini çok beğenirim. Cemal Reşit Rey iyi müziktir. Adnan Saygun dahi bir adamdır. Ray Charles, Alan Parker’ı severek dinlerim. Timur Selçuk’u, babası Münir Nurettin Selçuk’u da severek dinlerim.
BayJ ile birlikte söylediğiniz bir müzik grubunuz var. Siz ne tür müzik yapıyorsunuz? Hiç albüm çıkarmayı düşündünüz mü?
Biz ağırlıklı olarak 70 ve 80’lerin Türk pop şarkılarını yapıyoruz. Nostalji şarkılarını söylüyoruz. Bay J ile ikimiz de söylüyoruz. Ama ikimiz enstrüman da çalıyoruz. Düzenli olarak çaldığımız bir yer yok. Daha çok şirket organizasyonlarında çalıyoruz. Ortalama yılda 40-50 konser veriyoruz. Ama çoğu kapalı organizasyonlarda oluyor. Albüm değil de bir single yapma düşüncemiz var. O da çocuklara “Ben bu işi seviyorum, yaptım mı yaptım, orada mıydım oradaydım” demek için. Ben bunu yapmayı çok seviyorum. O nedenle yapacağız bir tane.
Mesleğinizin en zor bulduğunuz ve sevdiğiniz yanları neler?
Bu bir meslekse, gerçekten çok zor. 3 dakika konuşacaksın, 3 dakika boyunca komik bir şey söyleyeceksin, başı sonu olacak, “iii, aaa, ııı” demeyeceksin, tempolu ve güleryüzlü konuşacaksın ve her gün bu 3 dakikalardan 10 tane yapacaksın. Yani her 3 dakikada bir, her gün, her hafta ve hatta sonunda 17 sene boyunca yeni bir şeyler anlatacaksın. Bu bir süre sonra giderek zor olmaya başlıyor. İşimin güzel tarafları ise çok. Ben bayılıyorum bu işe, ölüyorum bu iş için. Dünyada daha güzel hiçbir şey bilmiyorum. İnsanların yaptığım şeyi beğenmesini seviyorum.
Hem tanınan bir insansınız, hem de aslında pek çok insan sokakta yanınızdan geçse sizi fark etmiyor. Bu iyi bir şey mi, yoksa kötü mü?
Çok güzel bir şey bu. Çünkü özel hayatın oluyor. Kimse seni tanımıyor. Rahat oluyorsun ve istediğin her şeyi yapabiliyorsun. Çok huzurlu. Bir de ben çok özenli bir adam değilim. O zaman özenli olman lazım. Medyada tanınıyor olsan düzgün çıkman gerekir sokağa. Ben evliyim. Ama medyanın gözü önündeysen eşini ve seni sürekli didikliyorlar. Ben kendim için bunun şimdilik iyi olmadığını düşünüyorum.
Bir radyo programcısı olabilmek için sahip olunması gereken belirli özellikler var mı? Bu meslek insana neler katıyor?
Çok seviyor olmanız lazım. Bu iş para için yapılır mı çok emin değilim. Bu bir aşk. Onun dışında genel kültür lazım bence. Sonra zamanla sana bir şeyler katılıyor. Bu iş tamamiyle bir disiplin meselesi. Bir süre sonra makine gibi oluyorsun. Konuşurken aynı zamanda düşünebiliyorsun. O belki bir yetenek değil de sonradan elde edilebilen bir şey olabilir. Aynı anda birkaç şey düşünebilme yetisini veriyor.
Radyoda size benzer program yapmaya çalışanları ya da ses tonunu sizin gibi kullananları dinleyince ne hissediyorsunuz?
Makine böyle çalışıyor. Çok gurur duyuyorum cidden. Çünkü diyorum ki birileri hakikaten bu işi öğrenmek istiyor. Mesela fotoğraf çekmeye başladığın zaman bir okul okursun ama aynı zamanda fotoğraf dergileri karıştırırsın. Bakarsın kompozisyonlar nasıl yapılmış, anlamaya çalışırsın. Hoşuna giden şeyleri ileride sen de uygularsın ya da uygulamazsın. Kendi tarzını yaratmadan birinden muhakkak örnek alıyorsun. Ben de yaptım bunu. İlk radyoculuğa başladığım zaman radyoculukta kimse yoktu. İlk Orhan Boran ve rahmetli Cenk Koray’ı, Erkan Yolaç’ın “Evet Hayır” yarışmasını taklit ettim. Hepsinden aldığın şeyleri birleştirerek ortaya bir şeyler çıkıyorsun. Belki de çıkarmıyorsun, hala onların bir uzantısısın. Yani önce birini kendine örnek alıyorsun, sonra da onu taklit ederek başlıyorsun işe.
İş dışında nelerle ilgileniyorsunuz?
4-5 senedir yağlıboya resim yapıyorum. 11 yıldır yelken yarışlarına katılıyorum. Bu sene artık sponsorumuz da var. İki tekne olduk. www.bluemoonsailingteam.com diye bir internet sitemiz var. Yaptığımız her şeyi orada bulabilirsiniz. İki tekne için 25 kişilik bir takımımız var. Her teknede 6-7 kişi yarışıyor. Geri kalanlar da yedekleri oluşturuyor. Onun dışında 10 yaşımdan beri fotoğraf çekiyorum. Babam 10 yaşındayken bana bir AGFA fotoğraf makinesi almıştı. Portreler çekmeyi seviyorum. Müzik aletleriyle ilgileniyorum. Gitar çalıyorum. Saksafon çalmaya çalışıyorum, henüz öğrenme aşamasındayım. Klavye çalmayı öğreniyorum. Biraz davul çalıyorum. Arada sırada tatillerde dalıyorum.
Meslek ve kendi özel hayatınız açısından “muhakkak yapmalıyım” dediğiniz şeyler var mı?
65 yaşıma kadar bu işi yapmak istiyorum. 65 yaşımda artık beni kovarlar diye düşünüyorum. Onun dışında istediğim şeylerin çoğunu şu an yapıyorum zaten. Amerika’yı hiç görmedim, Amerika’yı gezmek istiyorum. Amsterdam’a gitmek istiyorum. Yelkenle Atlantik’i geçmek istiyorum. Yapmak istediğim şeyler eğer yapabileceğim şeylerse çok fazla bekletmemeye çalışıyorum.
Yorum yapmak ister misin?