Sanatçı ‘Nilüfer’

Nilüfer, 35. sanat yılında yine zirvede. Bir dönem Unicef’in iyi niyet elçiliğini de yapan ünlü sanatçı başarısını, işinde hep daha iyisini aramasına ve sabırla bekleyebilmesine bağlıyor.

Nilüfer’in o muhteşem sesini, büyük ustalıkla söylediği şarkılarını sevmeyen sanırız ki yoktur. “Dünya Dönüyor”dan “Mavilim”e, tam 35 yıldır Nilüfer, yaşamımızın içinde. Her dönemi imajına ve şarkılarına başarıyla yansıtan ünlü sanatçı, çocukluğunu, kariyer öyküsünü, Uncef’le yaptığı çalışmaları, kızıyla olan ilişkisini ve gelecek için planlarını anlattı.

“Çocukluğum müzikle iç içeydi”
Çocukluğum gerçekten çok güzel geçti. 8 yaşına kadar İstanbul’un Cihangir semtinde oturduk. Babamın kaybettikten sonra bu güzel ve çok sevdiğim semti terk ettik. Annemin çok güzel bir sesi vardı. Babam da biraz piyano çalardı. Evde her zaman müzik sesleri olurdu. Benim bu işe yatkınlığımı artıran nedenlerden biri de budur aslında. O gün bugündür şarkı söylüyorum. Babam yurtdışından mikrofonlu bir teyp getirmişti.

Ben de o mikrofona şarkılar söyleyerek sesimi teybe kaydederdim. Hiç unutmam, repertuarımın ilk şarkısı, “Gül ağacı değilem/ her gelene eğilem” adlı şarkı idi. Maalesef o bantlardan bir tane bile yok elimde. Hepsinin üzerine radyodan şarkılar kaydedilmiş.

“Babamı kaybetmek beni çok etkiledi”
Tek çocuktum ben. Babam ben 11 yaşındayken vefat etti. İlkokulu bitirdiğim yıl aramızdan ayrıldı ne yazık ki. Dolayısıyla anne-kız baş başa kaldık. Hayatımın dönüm noktası, çocukluğumun en büyük acısıdır. Bu sonsuz ayrılık beni çok etkiledi. Ancak herkesin yanında ağlayamıyordum. Gözyaşlarımı yalnız kaldığımda, babamın resmine bakarak akıtıyordum. Acım yalnızca bana ait olmalı diye düşünüyordum. Annemi bile acıma ortak etmedim. Duygularını kendine saklayan, gizli kapaklı bir çocuktum kısacası. Bugün de öyleyim. Babam iş adamıydı. Sinema makineleri getirirdi yurt dışından. Aramız iyiydi ama hep bir mesafe vardı. Bana çok düşkündü babam, çok severdi beni. Ben de bunu bilirdim ama dediğim gibi, aramızda hep bir mesafe vardı.

“Beni ilk keşfeden okul arkadaşım oldu”
Ortaokula giderken sesim yavaş yavaş yerine oturmaya başladı. Sesimin güzelliğini artık herkes fark etmeye başladı. Şarkı söylemekse benim için vazgeçilmez bir alışkanlık haline gelmişti. Bütün gün radyo dinliyordum. Ne kadar şarkı varsa, hepsini öğrenip, yakınlarıma konser veriyordum. Okul tuvaletinde şarkı söylerken sesimi duyan bir arkadaşım sayesinde, sesimin güzelliği okulda da duyuldu. Beni ilk keşfeden okul arkadaşımdı yani! Artık sadece aileme ve yakınlarıma değil, yabancıların önünde de şarkı söylüyordum. O günden sonra her öğle teneffüsü benim için bir konser saatine dönüştü. Sadece teneffüslerin değil, boş geçen derslerin de değişmez solistiydim.

“Anneme sormadan yarışmaya katıldım”
Yıl 1970. Ortaokul ikinci sınıftaydım. Hafta Sonu Gazetesi’nde Altın Plak Ses Yarışması’nın ilanını gördüm. Hemen o anda yarışmaya katılmak istiyordum. Henüz 15 yaşındaydım ve bu durumda annemin izni gerekli. Ona sormadan formu doldurup gönderdim. İzin vermeyeceğini biliyordum çünkü. Formu postaladıktan sonra söyledim olanları. Tahmin ettiğim gibi karşı çıktı, yaşımın küçüklüğü nedeniyle itiraz etti. Ama ne kadar kararlı ve istekli olduğumu görünce yumuşamak zorunda kaldı ve benimle birlikte yarışmaya geldi.

“Yarışmada en büyük isimlerin önünde sahneye çıktım” Dönemin en ünlü orkestra şefi Durul Gence ve arkadaşlarının eşliğinde şarkı söyleyecektik. Rüya gibi bir şeydi bu. Ne kadar heyecanlı olduğumu anlatamam. Jüride de ünlü isimler vardı; hayranı olduğum sanatçılardan Ajda Pekkan ve Alpay, Ergin Tezelli, gazeteci ve müzik eleştirmeni Doğan Şener, prodüktör Nino Varon, şarkıcı ve söz yazarı Şehrazat. Seyirciler arasındaysa Zeki Müren, Türkan Şoray gibi çok önemli isimler vardı üstelik. Yarışmada iki parça söyledim; biri İtalyanca, “Larca Di noe”. Diğeri de Ajda Pekkan’ın söylediği “Sensiz Yıllarda”. Sonuçta yüzlerce kişi içinden ön elemeyi kazanan on kız ve on erkek arasında ben de vardım. İkinci eleme halk jürisi tarafından yapıldı ve ben jürinin ortak kararıyla birinci oldum. Böylece yaşamımda yeni bir dönem başlamış oldu.

“İlk plak için iki yıl bekledim” İlk iş teklifimi rahmetli Egemen Bostancı’dan aldım. Ancak annem bütün zamanların bu en ünlü menajerine, “kızımın yaşı çok küçük, henüz okuyor, sahneye çıkamaz” yanıtını verdi. Dolayısıyla yaşam benim için eskisi gibi sürüyordu. Yarışmadan bir kaç ay sonra, bir plakçı dükkanına alışverişe gittiğimde hayatımın tamamen değişeceğinden habersizdim. Jüri üyelerinden Nino Varon oradaydı, beni hemen tanıdı ve yanıma yaklaşarak, “Sen o yarışmadaki kız değil misin?”diye sordu. Nino Varon o dönemlerin ünlü prodüktörlerinden biri. Böylesine önemli birinin aylar sonra beni hatırlaması müthiş gururumu okşadı elbette Büyük bir sevinçle “Evet, o benim!” dedim. “Plak yapmak ister misin?” İstemez miyim, hem de nasıl isterim! Yine az dil dökmedim anneme. Onun da gönlünü yapınca Nino Varon ile Odeon plak şirketinde buluştuk. Orada yeniden şarkı söyledim. Yeni bir sınavdı bu benim için, hayatımın sınavı. Şarkım bitince Nino Varon heyecanla, “Tamamdır, oldu bu iş” dedi. Böylece hayatımın ilk sözleşmesine imza atmış oldum. Ancak tam iki yıl beklemek zorunda kaldım. Dile kolay, aradan iki uzun yıl geçmişti ve beni kimse aramamıştı. Dayanamayıp ben aradım sonunda. “Bir sözleşme yapmıştık, neden beni kimse aramıyor?” diye sitemde bulundum. Bunun üzerine Nino Varon’la yeniden bağlantı kuruldu ve plak olayı yeniden gündeme geldi. 1972’de nihayet start verildi. Haftanın üç-dört günü Odeon Plak şirketindeydim. Çalışmalar hızlı bir şekilde sürüyordu. İlk 45’lik plağım Kalbim Bir Pusula 1972 yılında piyasaya çıktı. Hayatımda bir önemli ilk daha gerçekleşmişti. Plak çıktığı sırada İtalyan Lisesi’nde öğrenciydim. Heyecanla o yılların tek gençlik ve müzik dergisi olan HEY dergisini alıyordum, arkadaşlarımla beraber kaset listelerine bakıyor, benimle ilgili haberleri takip ediyorduk.

“Çalışırken sabırlı ve titizim”
Sabahları uyanır uyanmaz kafam çalışmaya başlar. Hayata derhal adapte olurum. Çünkü amacım yaşadığım günü kazanmak ve her dakikasını değerlendirmektir. İşimde iyiyi bulana kadar beklerim. Çok sabırlıyımdır. Özellikle bekleme safhasında sakin olurum. Ancak her şey hazırken aksilik çıkmasına katlanamıyorum. Ben üzerime düşen her şeyi titizlikle yapmaya çalıştığım için başkalarından da aynı özeni bekliyorum. Çok fazla sinirlendiğimde dilim keskin oluyormuş. Öyle diyorlar. Soğukkanlı sayılırım. Yine de özellikle konserlerde, orkestra ses ve ışık düzeninin istediğim gibi olmazsa hemen paniğe kapılıyorum. Ama paniğimi kimseye belli etmem, etmemeye çalışırım. Kendi kendimi yer, ama etrafa gülücükler dağıtırım.

“Sahnede kendimi buluyorum”Seyirciyle beraber olmanın verdiği sevinci, mutluluğu, enerjiyi anlatmak biraz zor, hatta imkansız bence. Biz sanatçılar kendimizi en çok sahnede buluruz. Kendimizi orda en mutlu hissederiz. Benim de gerçek kişiliğim sahnede ortaya çıkar. İçimden geldiği gibi davranırım. Kendimi asla kısıtlamam, frenlemem. Kısaca kontrol mekanizmam sahnede iptal olur genellikle. Kendimi sahnede doğal, sade ve rahat hissetmem çok önemli. Hele izleyici de dinlemeye ve katılmaya hazırsa benden mutlusu olamaz. Televizyon çekimleri benim için hep stres kaynağı olmuştur. Bu çekimler gerçek kişiliğimin ortaya çıkmasını önlüyor. Bu yüzden beni televizyondan görüp de tanıyanlar, yeterince sıcak bulmazlar. Daha sonra yakından tanıyanların hepsinin tepkisi hemen hemen hep aynı olmuştur.

“Yetenek ve çalışma birbirini tamamlıyor”
Başarının yolu, ilk olarak çok çalışmaktan geçiyor. İnsanın amacını belirlemesi, bu amacı doğrultusunda hayatına yön vermesi ve çok çalışması onun istediği başarıyı yakalamasını sağlıyor. Örneğin ben sesimi koruyabilmek için her gün çalışıyorum. Sonuçta ses telleri de birer kas ve sürekli egzersiz gerekiyor. Şan derslerini hiç bırakmamak gerekiyor. Benim de periyodik şan derslerim aralıksız devam ediyor. Yetenekse bence doğuştan gelen bir şey. Yani herkes biraz eğitimle bir şeyler yapabilir ama bir Mozart veya bir Monet olamaz mesela. İnsanın yeteneğini keşfetmesi ve onun üstüne gitmesi çok önemli. En üzüldüğüm şey; kaybolan, gün ışığına çıkamayan yetenekler.

“Başka bir iş yapmayı hiç düşünmedim”
En sevdiğim ve istediğim mesleği yapıyorum. Hayatımın en keyifli işi şarkı söylemek. Ben de bu keyfi büyük bir coşkuyla yaşıyorum. Şarkılarla çok mutluyum. Ama büyük ilgi duyduğum, çok büyük keyif aldığım bir sanat daha var. Resim yapıyorum. Bu yeteneğimi geliştirmek için kurslara gittim.

“UNICEF’le güzel işler yaptık”
1997’de UNICEF tarafından “İyi Niyet Elçisi” ilan edildim. Türkiye’de bir sanatçıya ilk kez böyle bir ünvan veriliyordu. Çok mutlu oldum ve gururlandım. Çok da heyecanlıydım. Çok büyük bir sorumluluk üstlenmiştim. Daha çok dikkat etmeliyim attığım her adıma. 14 Kasım 1997’de düzenlenen bir törenle çalışmalarımıza başladık. UNICEF’le çok güzel işler yaptık. Ancak bir süre önce yollarımız ayrıldı. Ama yanlış anlaşılmasın bu demek değil ki beraber bir şeyler yapmayacağız. Hepimiz çocuklarımız için daha iyi bir gelecek, daha iyi bir yaşam istiyoruz. O yüzden bu gibi yardım kuruluşlarıyla her zaman çalışmaya devam edeceğim.

“Kızım benim her şeyim”
Ayşe Nazlı’yı evlat edinene kadar kendimi anneliğe hazır hissetmiyordum. Eğer anneliğe hazır olsaydım, çoktan doğururdum zaten. Bir takım sağlık problemlerimin olması; astım gibi, bu yüzden oluşan endişelerim, işlerimin yoğunluğu gibi çeşitli nedenlerden dolayı anne olmayı hep erteledim. Erteledikçe zaman geçti. Zaman geçtikçe bu fikirden uzaklaştım. Pişman olmadım ama zamanla hayatımda bu konuyla ilgili bir boşluk hissetmeye başladım. Özellikle 40’lı yaşlara gelince bu eksikliği hissetmeye başladım. Sanırım bu yaşlar kadınlar için bir dönüm noktası. Hayatımı dolduracak, hiçbir karşılık beklemeden bir şeyler verebileceğim, her şeyimi paylaşabileceğim bir sevgi eksikliği. Doğurmakla ilgili hala endişelerim vardı. Evlat edinmeyi ise hiç düşünmemiştim. Ama bir arkadaşım, evlat edinen başka bir arkadaşımızdan söz etti. Ne kadar mutlu olduğunu, neler yaşadığını anlattı. O anda birden “Neden olmasın?” dedim. Giderek bu fikir aklıma yatmaya başladı ve kararımı verdim. Günlerim genellikle yoğun geçiyor. Albüm çalışması, diğer çalışmalar derken gün oldukça hızlı geçiyor ancak özellikle kızıma mutlaka vakit ayırıyorum. Her geçen gün kızımla vakit geçirmekten daha da keyif alıyorum. Topluma faydalı ve düzgün bir çocuk yetiştirmek için elimden geleni yapıyorum.

**İçeriklerimizle ilgili görüş ve önerilerinizi editor@kariyer.net adresinden bize iletebilirsiniz.