Önce dansçı olmak istemişsiniz, sonra tiyatroya geçmişsiniz. Neden?
Dans daha çocukluğuma ait bir şey. Dans etmekten, dans seyretmekten çok büyük keyif alırım. Profesyonel olarak değil ama amatör olarak, tiyatro çalışmalarında da var beden kullanımı zaten. Tiyatro yaparken de beden tiyatrosu daha fazla hoşuma gidiyor, sözün daha az olduğu bedene ağırlık verilen anlatımlar. O anlamda bir şeyler çalışabiliyoruz provalar sırasında. Onun dışında step dersi, tango dersi gibi şeylere giderim.
İlk oynadığınız oyun neydi?
Mimar Sinan’dan mezunum. İlk oyunumun adı Sarı Naciye idi, orada Sarı Naciye’yi oynuyordum. Okuldan mezun olduktan sonra Bursa Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya başladım. Ama 1 sene sonra devlet tiyatrolarından ayrıldım. Sonra Ali Poyrazoğlu’nun tiyatrosunda, Oyun Atölyesi’nde ve başka özel tiyatrolarla çalıştım. Sonra kendi tiyatromu kurdum, o kağıt hala üzerinde devam ediyor ama en son 3 sene önce bir oyun yaptık. Şimdi arkadaşlarımın tiyatrolarında çalışıyorum, bunlar daha küçük topluluklar çünkü ticari işler yapmayı sevmiyorum. Daha alternatif daha çağdaş metinler, daha çağdaş yorumlar hoşuma gidiyor. O yüzden daha ufak tiyatrolarla çalışıyorum.
Neden daha ufak tiyatroları tercih ediyorsunuz?
Büyük tiyatrolar sonuç olarak paranın geri dönmesini istiyorlar, ticari kaygılar olduğu için o anlamda daha popüler bir tarz tercih ediliyor. Dünyada popüler bir tarz tercih edilse de belirli bir seviyenin üzerinde oluyor. Bizde ne yazık ki popüler insanları kullanıp tiyatroyla ilgisi olmayan bir şeyler yapıyorlar. Bence tiyatroda bir insanın popüler olması önemli değil. İyi bir oyunla oynanan, iyi metni olan, iyi sahnelenmiş bir oyuna insanlar zaten gider.
Devlet tiyatrolarından neden ayrıldınız?
Bir sene çalıştım, Bursa’daydım, yapamadım. Devlet memuriyetinden pek keyif almıyorum, daha bağımsız olmalı insan diye düşünüyorum. Ama tabii ki özel tiyatroda da bağımlısın. Sonra belirli bir noktaya geldikten sonra ya da kendi tiyatronu kurduğun zaman istediğin oyunu oynayabiliyorsun.
Ne tür roller ilginizi çekiyor?
İyi yazılmış her rol bir oyuncunun ilgisini çeker. Bence burada bir katili, bir ev kadınını, bir fahişeyi oynamak arasında bir fark yok. O oyunun ne anlattığı önemli. Çok iyi yazılmış bir rol olabilir ama bir şey anlatmıyorsa benim çok fazla ilgimi çekmiyor. Mesela bir Shakespeare bir Çehov her zaman oynamak isterim. İki kişilik, suya sabuna dokunmayan, uzun uzun rollerin oynandığı bir oyundan çok toplumsal bir şeylerin anlatıldığı, insan psikolojisine değinen daha derinlemesine karakterler ilgimi çekiyor. Bir Shakespeare her zaman oynayabilirsin, son derece sağlam ve iyi karakterlerdir, bir dünyayı anlatır sana. Ama kendi metinlerinizi oluşturup onları yazmak aktarmak, aynı insanlarla oynamak da önemlidir. Yabancı bir insanla oynadığın zaman bir süreç gerekir oyunculukların örtüşmesi ve alışmak için. Onun için şey hoşuma gidiyor, ufak bir topluluk olsun, dertlerimizi anlatalım, istediklerimizi yapalım, sabahtan akşama kadar tiyatroda olalım, çalışalım. Keyif alıyorum öyle şeylerden.
Tiyatro ve sinema oyunculuğu arasında fark var mı?
Yani oyunculuk olarak tabii. Fark sadece şurada: tiyatronun çalışma stili çok keyiflidir. Çünkü kapalı bir mekanın içinde, kameralar olmadan, istersen tek başına istersen sadece yönetmenle ya da kaç kişilikse oyun, onlarla bir serüvene başlıyorsun. Ama sinema öyle değil, sinema daha çok yönetmen sanatı. Yönetmenin istediği şekilde kendini hazırlamak zorundasın. Mesela öyle bir şey oluyor ki finalden başlıyorsun o filmi çekmeye. Sonunda birini öldürüyorsan öldürdüğün noktadan başlıyorsun, sonra başa dönüyorsun. Bazı insanlar için zordur aradan parçalar çekip oynamak. Halbuki tiyatroda o bir çizgi halinde gelişiyor. Duygusal olarak baktığınız zaman iniş-çıkışlarla devam eden bir süreç. Halbuki öbüründe kopuk kopuk gidiyor. Sinemada ama görüntün var, tiyatrodaysa oynuyorsun ve bitiyor, boş salon kalıyor geriye.
Oynadığınız dizilerden Şaşıfelek Çıkmazı çok beğenilmişti…
O çok sıcak bir diziydi. Karakterler çok sıcaktı, oyuncular çok iyiydi, Mahinur Ergun çok güzel yazıyordu. Seyirci o samimiyeti seviyordu. Ben de mesela Şaşıfelek Çıkmazı’nı yaparken “eyvah diziye gidiyorum” gibi gitmezdim. Setimiz de çok keyifliydi. Üsküdar’da bir mahallede çekiyorduk. Ama her dakika dizi yapılmaz diye düşünüyorum zaten. Projenin de iyi olması lazım. Biraz seçici davranıyorum. Rating denilen durumdan dolayı 4-5 bölüm oynuyor sonra yayından kaldırılıyor. Halbuki ben ticari açıdan değil, keyif aldığım için bir projede yer almak istiyorum. Ama tabii ki Türkiye’de oyuncu olarak çok fazla yerden para kazanamıyorsun, ancak diziden para kazanabiliyorsun. O yüzden ne yazık ki herkes dizilerde oynamak zorunda ama onun da bir ölçüsü olmalı diye düşünüyorum.
Yurtdışında sadece dizi oyuncuları var. Onların başarılarının sırrı ne sizce?
Orada o kadar hesap var ki yapılan şeylerde. Mesela orada Friends diye bir dizi çıkıyor. Bilmem kaç sezon oynuyor, yıllarca devam ediyor. Orada insanlar acayip paralar kazanıyorlar, karakterler son derece iyi düşünülmüş, senaryo çok iyi, son derece iyi bir çalışma yapılıyor. Dolayısıyla son derece az hata şansın var. Ben pek televizyon seyretmiyorum ama yabancı dizileri seyrediyorum.
Popüler kültürü devamlı eleştiriyorsunuz. Sizi rahatsız eden nedir?
Popüler olan adı üstüne kalıcı olmayan, günlük bir şeydir. Popüler kültür olmasın anlamında söylemiyorum ama ben her zaman kalıcı işlerden yanayım. Bir şeyin kalıcı olması için de iyi olması gerekiyor. Halbuki basit bir parça ya da kişi bir süre çok gündemde oluyor ama 3 gün sonra kimsenin aklına geliyor. Çok çabuk tüketiliyor birşeyler. Şu yapılan televizyon programlarındaki çok zavallı bir durum aslında. İnsanları bir eve toplayıp rating rekorları kırıyorlar ama program bittiği zaman hiç kimse oradaki insanları hatırlamıyor. Onu yaşayanlar için de çok kötü bence. Bir şeyleri sindirerek yaşamak, basamak basamak atlamak lazım, emek vermek lazım.
Oynadığınız sinema filmlerinden hangisi sizi daha çok etkiledi?
Oynadığım filmlerde beni en çok etkileyen tabii ki Masumiyet’ti. Orada anlatılan şey, o karakterin derinliği hoştu halbuki diğerleri daha yüzeyseldi.
Bu aralar var mı film projeniz?
Var bir tane ama oynayıp oynamayacağımdan emin değilim. Az önce de konuştuğumuz gibi insanlar riske girmeye korkuyorlar. Kim bankoysa onu oynatalım diyorlar. Bir sürü insanı bir araya topluyorlar, proje iyi oluyor, ancak öyle tutuyor yoksa garip dengeler var. İyi filmler ödül alıyor, seyirci yapmıyor. Dünyanın her yerinde hem bağımsız sinema vardır hem ticari, bizde bağımsız şeylerin seyircisi çok az.
Şu sıralar neyle ilgileniyorsunuz?
Frozen diye bir oyun üzerine çalışıyoruz. Orada kızı öldürülmüş bir anneyi oynuyorum. Seri katillerle ilgili daha çok monolog halinde yazılmış üç kişilik bir oyun. Küçük burjuva, son derece düzenli yaşayan, kızlarından birini daha az seven, biraz bencil bir kadını oynuyorum. Küçük kızını bahçe makası almak için annesine yolluyor, kız bir daha dönmüyor eve. Kızın aslında öldüğü 20 sene sonra anlaşılıyor. Seri katilin monologu var. Anlatılan seri katilin içinde kötülük yok, küçükken tacize uğramış ve beyninin bir bölümü donmaya uğramış. O yüzden davranış bozukluğu gösteriyor. Bu oyun şu anda Broadway’de oynuyor, enteresan, çok iyi yazılmış bir oyun. Çok zor roller var.
Toplumsal sorunlara karşı da duyarlısınız…
Duyarlı her insanın rahatsız olması gerektiğini düşünüyorum, ben de rahatsız oluyorum. Şu anda Orhan Pamuk’un başına gelenler aklımın almadığı bir şey, ona bir destek vermem gerekiyorsa tabii ki veriyorum. İnsana ait olan, insana dair her şeyle ilgilenmek zorunda hissediyorum ama bu şiddet eylemi yapalım gibi bir şey değil. Ne kadar çok taraftar bulursan o kadar çok dikkat çekersin ve oradaki arıza düzeltilir. Evet demokrasiyle yönetiliyoruz ama çok da fazla yasaklarımız var. Tamam yasaklar da olabilir ama o kadar garip yerlerde oluyor ki o yasaklar, bir kaymakamın çıkıp Orhan Pamuk’un kitabını toplatması kabul edilebilir bir şey değil. Demokrasiyle idare ediliyorsak herkes düşüncelerini söyleyebilir. Ama bu yok etmeye dönüştüğü zaman çok tehlikeli bir hal alıyor. Her şeye katılırım anlamına gelmiyor tabii ki ama rahatsız olduğum konularda destek vermeye çalışıyorum.
Bir dergide asabi rollerin kadını olarak tanımlamışlar sizi. Ne diyorsunuz?
Ben normalde öfkeli bir kadınımdır. Ama her dakika kavga ederim anlamında bir şey değil. ama o kadar yanlış yapılıyor ki hayatta, ister istemez rahat davranamıyorsun. Bir şeyleri düzeltmek, tepki vermek zorunda hissediyorum kendimi. O kadar saçmalanıyor ki hayatta. Her şey güllük gülistanlık ve ben öfkeleniyorum gibi bir şey yok. Öfkeleneceğim çok şey var ve ben de bunu saklama gereğini hissetmiyorum. Bir de bizde hatalı olan bir şey var: biri bir rol oynar, hep onu oynatırlar, yine riske girmemek vardır altında. Aslında Türkiye’de de şunu yapmak lazım: insanların kendileri hakkında bir yazı hazırlaması lazım, şu rolleri oynayabilirim diye. Türkiye’de bir de şöyle bir şey var: özel hayatımızla oyunculuğu çok birbirine karıştırıyorlar. Özel hayatımda nasıl davranırsam davranayım, sahnede aptalı da oynayabilirim, sinirliyi de oynarım, sakini de oynarım. Ben çok iyi bir proje içinde, çok iyi bir karakter oynamak istiyorum. Çok iyi bir şey olmazsa beni mutlu etmeyecek.
Hırslı mısınız?
Tabii ki, başka türlü olmaz. Bu hırs dediğimiz şey kendinize zarar verecek şekilde kullandığınızda iyi bir şey değildir ama motivasyon için de itici bir güce ihtiyacın var hayatında. Hırs dediğimiz şey de o. İş çıkartmak için bir enerji yoksa içinde çalışsan da olur çalışmasan da olur. Şunu demek istemiyorum: ben oynadığım her rolde iyi oldum. Bu tamamen benimle ilgili değildi çünkü, prodüksiyonun tamamı etkilidir böyle şeylerde.
Tiyatronun ömrünü tamamladığına ve yerini sinemaya bırakması gerektiğine dair fikirler duyuyoruz. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Benim tiyatrocu arkadaşlarımın çoğu sinirleniyor böyle şeylere ama ben onlara hiç katılmıyorum. Birincisi isteyen istediğini söyleyebilir. İkincisi kötü yapılan bir şeyin olmaması gerektiğini ben de düşünüyorum açıkçası. Türkiye’ye baktığım zaman da çok iyi bir tiyatro yapılmadığı için ve bunları söyleyenler genelde tiyatrocu olmadığı için hak veriyorum. Beş tane oyuna gitmiştir, beşi de kötüyse tiyatrodan nefret etmede çok haklı. Sinema çok daha iyi bir yerlere gidiyor ama tiyatro geriliyor. Oyuncu olmayan biri bu şekilde düşünmekte çok haklı. Çünkü kötü işler yapıyor. Biz kendimize dönmeyiz pek, biraz daha iyi oynasak, biraz daha iyi oyuncular yetiştirsek o zaman insanlar böyle düşünmeyecek.
Türkiye’de insanların kariyer seçimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Üniversite sınavları etkili burada öncelikle. İstediği mesleği seçemiyorlar, bir defa öyle bir problem var başından. Statü sahini olmak, bilmemne müdürü olmak gibi bir etiket anlamında yapıyorsan bence doğru bir şey değil bu. İnsan mesleğini iyi yaparak yükseliyorsa doğru olan o. Bizim meslekte de herkes mesela yönetmen olmak ister. Halbuki ışıkçı olmak, birinci asistan olmak da çok önemli. Geri kalmış ülkelerde illa ki bir şeyin başı olayım diye bir eğilim var. Işık okuyan çok azdır mesela ama o kadar önemlidir ki tiyatroda ışık. Hele ki çağdaş tiyatroda dekordan daha önemlidir. Yönetmen her şeyin başı olduğu için, bir anda oraya gelsin istiyorlar insanlar. Halbuki o basamakları çıktıktan sonra gelinen yer güzel.
Yorum yapmak ister misin?