Televizyon habercisi ‘Özlem Gürses’

“Her şey bir trafik kazasıyla başladı” diyor usta televizyon habercisi Özlem Gürses. “Uzun süre sağlığımı kaybettim, daha sonra mimarlığı bıraktım ve haberci olma hayalimi gerçekleştirmek  için kalkıp İstanbul’a geldim. İyi ki o kaza olmuş ve bugün buradayım. ”Özlem Gürses, kariyerine ATV Haber’de muhabir olarak başlamış. Daha sonra Star’da Gece Hattı’yla kendi programını yapmaya başlayan Gürses, 1,5 yıldan bu yana Habertürk’te Ali Saydam’la birlikte sunduğu “Bildiğin Gibi Değil” programıyla karşımıza çıkıyor. Özlem Gürses, aslında ÖDTÜ Mimarlık mezunu. Güzel Sanatlar alanında da master’ı var. Ama çocukluğundan bu yana ilgi duyduğu iletişim ve habercilik aşkı, onu en sonunda ekranlara getirmiş. Gürses, eskiden beri konuşmaya ilgi duyduğu için diksiyon kursları almış ve psikoloji alanında kendini yetiştirmiş. Daha sonra bir bulmacanın yerine oturan parçaları gibi tüm bu çalışmaları onun habercilik kariyerinde başarılı olmasını sağlamış. Gürses, kariyer öyküsünü anlattı.

Haberciliğe başlamanız nasıl oldu?
Benim aslında haberciliğe başlamam bir travma sonucu oldu. Ankara’da mimar olarak çalışıyordum, evliydim. Düzenli yaşamım birdenbire bir trafik kazasıyla sarsıldı. Çok kötü yaralanmıştım, uzun bir zaman hastanede kaldım. O kaza nedeniyle hala bir bacağım diğerine göre iki santim kısa. Çok zor zamanlardı. O zaman 8 aylık evliydim. Birdenbire hem işimi, hem sağlığımı kaybettim. O dönemde evliliğim de sonlandı. Bu büyük travma bana hayatın kısa olduğunu, hayatta ne istiyorsam onu yapmam gerektiğini gösterdi. Ben de haberci olmak için Ankara’dan kalkıp anneannemin yanına İstanbul’a geldim. Bugün geriye baktığımda iyi ki bu kazayı geçirmişim, iyi ki bu üzüntüleri yaşamışım diyorum. Çok sevdiğim bir işim, bir eşim ve 3,5 yaşında bir oğlum var. Değişim cesaretini göstermeseydim şu an bunların hiçbirine sahip olamayabilirdim.

Başlamak için neler yaptınız?
Başlangıcım biraz zaman aldı. Medya dünyasında hiçbir deneyimi olmayan bir mimara iş vermeleri çok kolay olmadı. Bir süre özgeçmişim elimde iş aradım ama hiçbir şey çıkmadı. Bir akşam evde pijamalarımla tembel tembel otururken Siyaset Meydanı’yla ilgili bir reklam gördüm. Katılmak isteyenlerin görüşlerini yazıp faks çekmelerini söylüyordu. O an bunun benim aradığım fırsat olduğunu hissettim. Biliyordum. Görüşlerimi yazıp gönderdim, gerçekten de programa davet ettiler. Programda da konuşma şansım oldu. O gece saat 4’te program bittikten sonra yıllarca hayranlıkla izlediğim Ali Kırca’nın yanına gidip haberci olmak istediğimi söylemek için fırsat kolluyordum ama ne mutlu bana, kendisi geldi. Fikirlerimi beğendiğini ve haberci olarak çalışmayı düşünüp düşünmediğimi sordu. Sevincimi anlatamam. Benim buradaki şansım, Ali Kırca’nın yönetimindeki çok deneyimli bir ekiple bu işe başlayabilmek oldu. Gerçekten çok kısa zamanda çok şey öğrendim.

Spikerliği düşünüyor muydunuz?
Asla sadece bir spiker olarak kalmak istemedim. Çünkü bir insanın ancak söyleyecek bir şeyi olduğunda dinleneceğini düşünüyorum. Bir haberi, ne olduğunu bilmeden prompter’dan okumakla o haberi hazırladıktan sonra onu sunmak arasında çok büyük bir fark var. Benim için spikerlik, ancak haberci olmayı gerçekleştirdikten sonra gelinecek bir noktaydı. Ama diğer yandan tabii ki sevdiğim bir şey çünkü ben konuşmayı, aktarmayı çok severim. Haberi hazırlayıp daha sonra onu sunmak bana çok büyük keyif veriyor.

Nasıl zorluklar yaşadınız?
İstanbul’a taşınmak bile benim için bir kültür şoku olmuştu, birdenbire kendimi haber merkezinde bulmak daha da travmatikti diyebilirim. İşe başladıktan 1,5 ay sonra yaşadığım bir gece, aslında tüm bu travmayı özetliyor. Yılbaşıydı, yeni olduğum için tabii ki ben nöbetçi kaldım. Kimsenin istemediği bu iş beni çok mutlu ediyordu. O gece İstanbul’un hiç bilmediğim bir yönünü gördüm. Bir yanda lüks eğlenceler sürüp şampanyalar patlarken bir yanda çok farklı bir yaşam devam ediyordu. Taksim’de yürürken tacize uğradım, onlardan kurtulduk, sonra bir sokak kavgasına denk geldik. Her yerde sarhoşlar, bağımlılar… En son ofise dönerken az kalsın yolun ortasında yatan bir kadını eziyorduk. Dövülüp sokağa atılmış bir hayat kadınıydı. Onunla hastane hastane gezdik, daha sonra evine götürdük. Artık iş haberden çıkmıştı. Daha sonra kadını evine götürdük ve ben o geceyi onunla, hikayesini  dinleyerek geçirdim. Bir oğlu varmış, en çok ondan bahsettiğini hatırlıyorum. Çok sarsıcı bir deneyimdi ama o tek gece bana çok şey öğretti. Artık haberci olmak istediğimden kesinlikle emindim.

Sonradan başlayan biri olarak diğer habercilerle aranız nasıldı? Çok fazla zorluk yaşadığımı söyleyemem çünkü ben sadece işimi yapmaya bakıyordum. O kadar çok seviyordum ki işimi, kimsenin istemediği işlere koşuyor, hiçbir şeye hayır demiyordum. Hem çok çalıştığım hem de ağırbaşlı olduğum için kimseyle sorun yaşamadım. Zaten bir süre sona etrafımdakiler benim hevesimi görüp belki de “yazık” diyerek yardımcı olmaya başladı. Bu yüzden öğrenme sürecim güzel geçti. Savaş muhabirliğinden adliyeye, her tür muhabirliği yaptım.

Habercilikte sizi bu kadar etkileyen nedir?
Habercilik çok başka bir aşk, çok başka bir zevk. Haber yaparken dünyanın kendi etrafınızda döndüğünü sanıyorsunuz. Sanki siz orada olmasanız o olay akmayacak gibi geliyor. Özellikle sahada olmak, kendini olayın içinde hissetmek çok güzel bir duygu. Örneğin televizyonda bir şey izlediğinizde mutlaka “keşke ben de orada olsaydım” diyorsunuz. İnsanın bir kez içine girdi mi kolay kolay vazgeçemiyorsunuz. 

Mimarlık eğitiminizden haberciliğe neler transfer ettiniz?
Öncelikle zaman yönetimi. Mimari eğitimi çok ağır çalışma gerektiriyor ve kesin zamanlamalara uymanız gerekiyor. Bir projeyi ya zamanında bitirirsiniz ya da bitirmezsiniz. Arası yoktur. Habercilikte de böyle. Bir haberin ömrü, sadece bir gün. Onu o gün yapmak zorundasınız, yoksa çok geç olur. Bir de  habercilikte “takla attırmak” terimi vardır. Bu, bir gerçeği alıp çok farklı bir yönüyle sunmaktır. Mimaride de bu çok yapılır. Mimari göz, bir şeye birçok farklı açıdan bakabilir. Ama mimaride hep tek başınasınızdır, fazla bir paylaşım yoktur. Bense paylaşıma ihtiyaç duyduğum için mimarlığı çok sevmeme ve bu mesleği yapanları çok takdir etmeme rağmen kendime uygun bulmadım.

“Bildiğin Gibi Değil” programı nasıl doğdu? Ali Saydam’la nasıl bir araya geldiniz?
Program aslında Ali Saydam’ın fikri. Biz Ali Saydam’la ilk defa ben gece haberlerini sunarken, programıma konuk olduğunda tanıştık. Çok güzel bir sohbetti, aramızda bir uyum, bir elektrik oluştu. Bazı sohbetler gerçekten çok akıcı, güzel geçer, Ali saydam’la yaptığım söyleşi de öyleydi. Daha sonra o şimdiki programı planlarken yanına bir haberci, bir televizyoncu almak istiyormuş ve beni düşünmüş. Ben de seve seve kabul ettim. Biz başından beri hiç metin hazırlamıyoruz. Programdan önce bir araya gelip konuları belirlemiyoruz. Her şey çok doğal bir akış içinde oluyor. Bizim programda sanıyorum insanların hoşuna giden de bu.

Canlı yayın söyleşilerinizde kullandığınız teknikler var mı? Ben yayından önce konuklarımla bir araya gelmem. Her şey stüdyoda olsun istiyorum. Kuliste program öncesinde uzun uzun sohbetler edersek stüdyoda aynı şeyleri tekrar konuşurken doğallık yok olur diye düşünüyorum. Heyecan, tutukluk, ne varsa her şey stüdyoda olmalı. Konuğumun beden dilini çok iyi gözlemlerim ve mutlaka ona göre davranırım. Hatta bazen konuğumun çok kapandığını fark edersem açmak için dokunduğumu fark ediyorum. Dokunaklı bir konudan bahsediyorsak mutlaka elini tutarım. Bu belki yayıncılık açısından çok doğru değil ama farkında olmadan yapıyorum. Karşımdaki insanla yüksek bir empati kuruyorum. Ben bir de samimiyetin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Gerçekten bilmek istediğim soruları soruyorum. Her insanın bir yarası, bir zayıf noktası var. Bunlar ortaya çıktığında ekranda gördüğünüz kişi daha gerçek bir hal alıyor, izleyici onu çok daha yakın hissediyor. Bu anları oluşturabilmek benim için çok önemli.

Nasıl bir yöneticisiniz?
Otoriterim. İşler benim yöntemimle yapılsın istiyorum. Ama işimi çok sevdiğim için genelde bu sorun olmuyor. Bir şeyi yapmayı çok istediğinizde bu istek bulaşıcı bir hale geliyor ve insanlar sizle daha kolay işbirliği yapıyor. Yönetici olarak, insanları motive ederken söylediklerinize kendiniz de inanıyorsanız bu, büyük bir avantaj.

Bir ekip kurmanız gerekse adaylarla ilgili önce neyi öğrenmek istersiniz?
Öncelikle projeye ne gibi bir katkı yapacağını sorarım. En uç fikirlerini bile paylaşması için teşvik ederim. Eğer gerçekten fikirler üretiyorsa, hevesli demektir. Böylece onun doğru yerde olup olmadığını anlayabilirim. Bence en önemli şey bu. Gerisi zaten gayretle öğrenilebilir. Ben, işini severek yapan bir insan olarak bunun ne büyük bir şans olduğunu biliyorum ve tüm gençlerin bu zevki yaşamasını isterim.

Hayalinizde hep yapmak istediğiniz bir program var mı?
Evet, yeni bir münazara programın yapmak istiyorum. Sıradan konularda herkesin fikrini seviyeli bir şekilde tartışacağı kalabalık bir program düşünüyorum. Bunun için aslında tartışmayı bilen konuklar gerekiyor. Bu, bizim kültürümüzde çok eksik olan bir şey. Fikirleri tartışırken bile mutlaka bir noktada olayı kişiselleştiriyoruz. Benim hayalimdeki program, bu kişiselleştirme noktasına geleden gerçekleştirilen bir tartışma.

**İçeriklerimizle ilgili görüş ve önerilerinizi editor@kariyer.net adresinden bize iletebilirsiniz.