İnci Aral, küçüklüğünden beri iki yönde eğilimi olduğunu söylüyor. Hem resme hem de yazmaya ilgi duyuyormuş. Fakat resim öğrenimi görmek ona daha cazip gelmiş çünkü edebiyatçı ya da yazar yetiştiren bir okul yokmuş. Zaten ona göre böyle bir şeyin olması mümkün de değil. O yüzden İnci Aral, “kendimi yazar olarak yetiştirebilirim, ama resim öğrenimi bana farklı bakmayı, farklı düşünmeyi öğretir,” diye düşünmüş. Yazmaya genç yaşında başlamış ve emekli oluncaya kadar yazarlıkla öğretmenliği bir arada götürmüş. Resim öğrenimi gördüğü halde resim yapmamış, çünkü yazarlık öne geçmiş. İki dalda birden başarılı olmak ona göre kolay değil. İnci Aral, seçilen mesleğin tek olması gerektiğine inanıyor. Hayatında birkaç işi bir arada yapmaya çalışmanın, verimsizliği de beraberinde getirdiğini görmüş. İşte yaşamı boyunca kolay yolu seçmeyen İnci Aral’ın yazarlık hikayesi, hayata, aşka bakışı…
Yazmaya nasıl başladınız?
Ortaokuldayken şiirler yazmaya başlamıştım. 11 yaşımdan itibaren kitaplara ilgim yoğunlaştı. Çok fazla kitap okuyordum. Tam bir kitap kurduydum. 14 yaşında yatılı okula gittim ve bütün eğitimimi parasız yatılı olarak yaptım. Önce öğretmen okulunda okudum daha sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nü bitirdim. Evden uzak olmak beni sevdiklerime mektuplar yazmaya yöneltti. Sonra da yazmayı sevdim. Öğretmen olduktan sonra Samsun’a gittim ve hem şiir, hem de mektup yazmayı sürdürdüm. Öykü denebilecek çok uzun mektuplar yazıyor, anlatmaya, yazmaya doyamıyordum. Sanırım yazma arzumu bu şekilde ifade ediyordum. 1976’da öyküler yazmaya başladım ve bunların dergilerde yayımlanmasıyla edebiyat dünyasına girdim.
Bir kitaba başlarken konu aklınızda nasıl şekilleniyor? Nasıl bir kitaba dönüşüyor? O süreci biraz anlatır mısınız?
Bir kitabın oluşumunun ilk aşaması karşılaştığım, gördüğüm bir sorun oluyor. Bu benimle ilgili, hayatımda beni meşgul etmiş bir konu, bir başkasının sorunu ya da toplumsal bir olgu olabilir. Bunu nasıl anlatabileceğimi çok uzun bire süre düşünürüm. Ona bir biçim, o sorunu üstlenecek kişiler, kahramanlar ararım. Bu süre bazen “Mor”da olduğu gibi 20 yılımı bile alabiliyor. Sonra yavaş yavaş çözülmeye başlıyor. Gündelik hayatımı yaşarken yazacağım kitabı sürekli kafamda taşıyorum. Daha sonra da romanın veya hikayenin kurgusuyla, akışıyla, kişileriyle ilgili notlar almaya başlıyorum. Bu da epey sürüyor. “Tamam artık yazabilirim” deyip masaya oturduğumdaysa gerisi çözülüyor.
Düzenli bir çalışma stiliniz var mı? Mesela her gün muhakkak şu kadar yazmalıyım diye bir kural koydunuz mu kendinize?
Düşünme ve tasarlama aşamasında okumaktan başka hiçbir şey yapmam. Öyle düzenli bir çalışma biçimim ve alışkanlığım da yok. Yazmaya başladığım zaman aylarca çevremle iletişimimi en aza indiririm. Gündelik hayatımda da asıl işim odur. Hayatımı tamamen yazıya göre düzenlerim. Büyük bir yoğunlaşmayla, adeta bir havale nöbeti geçirir gibi yazıyorum. Gündelik hayatımı askıya alır, her gün on- on iki saat çalışırım. Tabii bu çok yorucu bir tempo oluyor. Bir kitap aylarca bazen bir iki yıl sürüyor.
Yazarken tıkandığınız zamanlar oluyor mu? Böyle zamanlarda ne yapıyorsunuz?
Çok gergin ve mutsuz oluyorum. Aynı zamanda kendimle inatlaşıyorum. Neden takıldığımı, nasıl aşabileceğimi düşünüyorum. Ya da onu bırakıp başka bir bölüme atlıyorum. Eğer bazı yerlerde takılıyorsam bir şeyler çözülmemiş demektir. Onları yakalamaya ve çözmeye çalışıyorum. Böyle zamanlarda sigaraya başlarım. Yazarken içiyorum, kitabım bittikten sonra da çok kolay bir biçimde hemen bırakıyorum. Bu yalnızca kötü bir şartlanma. Yoksa sigaranın zihni açıcı bir etkisi yok.
Kitabınız tamamiyle bittikten sonra ne hissediyorsunuz?
Önce tabii bir büyük bir sevinç ve rahatlama duyuyorum. Ondan sonra da tatsız bir boşluğa düşüyorum ne yazık ki. Çoğu zaman da yorgunluğumu atamadan yeni bir şeye başlama arzusu duyuyorum. Sanıyorum bu durum yazma bağımlılığıyla ilgili. Öte yandan bu bir ilk tepki. Bir hafta 10 gün sonra kurtuluyorum. Bundan sonra zaten kitabın yayınlanması, okurlardan gelen olumlu tepkiler ve ilgiyle daha keyifli bir süreç başlıyor. O zaman rehabilitasyon sürecine giriyorum. Sigarayı bırakırım, spor yapmaya başlarım. Özlediğim bütün dostlarımı, arkadaşlarımı ararım. Daha sakin bir hayata dönerim.
Bilgisayarla yazarlık hayatınızda neler değişti?
Ben çok uzun yıllar teksir kağıtlarına kurşun kalemle yazdım. Çünkü kağıt üzerinde karalamaları sevmezdim. Bunları silip doğrusunu yazardım. İnce kemikliyim ve bağlarım zayıf. O nedenle yazarken bileklerim hep bandajlıydı. Oğlum bilgisayar mühendisi. Beni bilgisayar kullanmaya teşvik etti ve nasıl kullanacağımı gösterdi. Alet kullanma özürlü olduğum halde kolay öğrendim çünkü işimi çok kolaylaştırdı ve verimimi artırdı. 1992’den beri bilgisayarla çalışıyorum. Ancak hala teknik inceliklerini bilmem. Çok seviyorum ve gelişmiş bir daktilo gibi kullanıyorum ama disket yüklemekte bile zorlanıyorum.
Kitaplarınızda özellikle erkek kadın ilişkilerini ve aşkı işliyorsunuz. En genel anlamıyla aşk size ne ifade ediyor? Artık farklı mı yaşanıyor aşklar?
Aşk dünya kurulduğundan beri insanoğlunun en muhteşem duygularından biri olmuştur. Çok zengin, yaratıcı, insancıl, insanı çoğaltan bir duygudur. Temelde evrensel, değişmez olduğu halde çağa ve döneme göre farklı biçimlerde algılandığı da olmuştur. Ben günümüzde biraz farklı yaşandığını, aşkın içtenlik ve saflığının kaybedildiğini görüyorum. Bu dediğim çoğunluk için tabii, herkes böyle değil. Ben hep aşkı şöyle tanımlarım ve bunun değişeceğini de sanmıyorum. Aşk, insanoğlunun bütün varlığıyla yükseğe sıçradığı ve en yüksek performansı gösterdiği bir süreçtir. Aşk insanın, yaratıcılıkta, hayatı kavramada, sevebilmekte ve bütün duygularında aşama yaparak yepyeni birine dönüşmesidir. Kuşkusuz bu kadar yüksek bir düzeyde yaşandığı için de yorucudur ve çok uzun sürmez. Bir noktada biter ya da başka bir şeye, daha sakin bir sevgiye dönüşür. Yani bence aşk ömür boyu süremez. O ilk aşamadaki yükseliştir. Ben aşkı fırtınanın ortasında durup, fırtınanın geçmesini beklemeye benzetirim. Gerçekten tüm boyutlarıyla yaşanabiliyorsa çok güzel bir duygudur aşk. Bir anlamda da karşınızdaki kişiye adanmadır.
Son kitabınız “Safran Sarı”da 2000’li senelerin sizi hayal kırıklığına uğrattığını söylüyorsunuz. Ne açıdan bir hayal kırıklığı bu?
Gençlerin gelecek perspektiflerini kaybetmeleriyle ilgili kaygılarımı yansıttım Safran Sarı’da. Bugün bütün dünyada bir kargaşa ortamı var. Yarın ne olacağını bilmiyoruz. Gençlerle konuştuğunuz zaman onlar da aynı şeyi söylüyorlar. Geleceğin pusu var hayatlarımızın üzerinde. Hiçbir şey garanti edilememiş durumda. Yarın ne olacağımız, bu işte kalıp kalmayacağımız… Bunlar sistemin öncelikleri ve işleyişiyle ilgili sorunlar. İnsan odaklı değil, para ve meta odaklı. Bu da bana genç insanlar adına acıtıcı geliyor. Büyük oğlum 1970 doğumlu. O doğduğunda 2000’li yılların muhteşem olacağını düşünüyordum. İnsan haklarının tamamen uygulandığı, çalışma ve iş koşullarının buna göre düzenlendiği, her şeyin tıkır tıkır işlediği çok daha düzenli, eşit ve adil bir dünya ümit ediyordum. Ama tam tersi oldu. İşçi ve çalışanların hakları her geçen gün biraz daha budanıyor. İnsan tüketim ve para felsefesiyle daha mutlu olmadı. Gençler daha mutlu olmadılar. Gerçekten paranın imparatorluğu altında birçok insani güzelliği kaybediyoruz. Bütünüyle kaybetmedik ama kaybediyoruz gibi geliyor bana.
Özellikle yeni neslin büyük kısmı o duyguları tamamiyle kaybetmiş gibi yaşıyor
Aşkı da bu yüzden kaybetmekteler gibi geliyor bana. Çünkü aşk üzerinde yükseleceği bir zemin ister. O zemin yok. Aşk bir gelecek perspektifidir aynı zamanda. O kişiyle birlikte olma, bir yuva kurma, yeni kuşaklar yetiştirme düşüncelerini getirir beraberinde. Ama geleceği görmediğiniz zaman aşkın perspektifi de yok oluyor. Örneğin gençler “Ben nasıl evlenebilirim, nasıl çocuk sahibi olabilirim, yarın ne olacağımı bile bilmiyorum” diyorlar. Biraz alacakaranlık kuşağına düşmüşüz gibi yaşıyoruz yani.
Yazar olmanın olmazsa olmazları, özellikle sahip olunması gereken özellikleri var mıdır?
Öncelikle yazmaya ilgisi, merakı ve yatkınlığı olmayan yazamaz. İkincisi çok çalışkan olması lazım, çok sabırlı ve çok da inatçı olması lazım. Çünkü yazmak sizden hayatınızın tümünü talep ediyor. “Şimdi öyle iki satır yazayım da sonra gelir devam ederim” gibi bir şey değil bu. Olduruncaya kadar uğraşmanız gerekiyor. Bir dil duyarlılığına, dil bilincine sahip olmanız gerekiyor. Dili iyi kullanabilmek için onunla çok fazla ilişki içerisinde olmak ön koşul. Bu da okumakla ve yazmakla sağlanan bir şey. Yazar olmak okumak okumak okumak, yazmak yazmak yazmakla mümkün.
En çok sevdiğiniz Türk ve yabancı yazarlar hangileri?
Çok var. Çünkü elli yıldır okuyorum. Bu sene Nobel alan Doris Lessing’i okumaya doyamıyorum. Gabriel Garcia Marquez, Julio Cortazar gibi Güney Amerikalı yazarları çok severim. Türk yazarlardan Füruzan’ın hikayelerini beğeniyorum. Şairlerden Turgut Uyar, Edip Cansever, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Attila İlhan en çok okuduklarımdır. Attila İlhan’ın romanlarını da çok severim.
Şu an hangi kitabı okuyorsunuz?
Ben hep birkaç kitap birden okurum. Şu an Emine Çaykara’nın hazırladığı Türk Aynştaynı adlı Oktay Sinanoğlu’yla yaptığı söyleşileri içeren kitabını ve James Lasdun’un “Yedi Yalan” adlı romanını okuyorum.
Yazmadığınız zamanlarda neler yapıyorsunuz?
Hayatımda yazma ve yaşama periyotları var. Yazmadığım zamanlar bol bol okurum, seyahat ederim. Yürüyüşler ve spor yaparım. Dostlarımla arkadaşlarımla birlikte olurum. Alışveriş yapmayı, vitrinlere bakmayı çok severim. Kısaca herkes gibi oluyorum o zaman.
Şu anda üstünde çalıştığınız bir kitap var mı?
Şu anda Tolga Meriç’le birlikte bir kitap hazırlıyoruz. Fakat daha adını koyamadık. Bir söyleşi havasında, hem benim hayatımı hem de edebiyatı konu aldığımız bir çalışma bu. Ama konuşarak değil yazılı yapıyoruz. O zor sorular soruyor. Ben de ona cevaplar veriyorum. Çocukluğumdan başlayarak dünyayı kavrayışımı yazarlığımı yazdıklarımı ve hayatımı sorguluyoruz. İlginç bir çalışma olacağını sanıyorum.
Hayatınızda “muhakkak bunu yapmalıyım” dediğiniz bir şey var mı?
Şöyle bir hedef koydum kendime. Ölmeden önce 20 kitabım olacak. Yakında 15. kitabım çıkacak. Yani 5 kitap daha kaldı. 20. kitabı bitirdiğimde hala hayattaysam o zaman biraz dünyayı gezmeye çalışacağım. Çin’i görmeyi çok istiyorum. Belki uzun yolculuklar yaparım.
20 kitaptan sonra yoksa bırakacak mısınız yazmayı?
Sanmıyorum bırakabileceğimi. Yazarlığın emekliliği yok. Ayrıca artık yazmadan yaşamam çok zor. Ama belki biraz daha yavaş ve sakin bir biçimde yazarım.
İnci Aral Kitapları ve aldıkları ödüller
1979, Ağda Zamanı – Hikaye – 1980, Akademi Kitabevi İlk Roman Ödülü
1983, Kıran Resimleri – Hikaye – 1983, Nevzat Üstün Hikaye Ödülü
1984, Uykusuzlar – Hikaye –
1986, Sevginin Eşsiz Kışı – Hikaye
1992, Ölü Erkek Kuşlar – Roman – 1992 Yunus Nadi Roman Ödülü
1994, Yeni Yalan Zamanlar – Roman
1997, Hiçbir Aşk Hiçbir Ölüm – Roman
1998, İçimden Kuşlar Göçüyor – Roman
2000, Gölgede Kırk Derece – Hikaye – 2001 Yunus Nadi Hikaye Ödülü
2003, Mor – Roman – 2004 Orhan Kemal Roman Ödülü
2003, Anlar İzler Tutkular – Makale
2005, Taş ve Ten – Roman
2006, Ruhumu Öpmeyi Unuttun – Roman
2007, Safran Sarı – Roman
Yorum yapmak ister misin?