Günümüzün iş dünyasında artık çok farklı kuşaklar bir arada çalışıyor. ΔNΔHTΔR Eğitim ve Yönetim Danışmanlığı Kurucu Ortağı ve Öğrenme Partneri Ayça Mumkule, yaşanan farklılıkların iyi yönetilmesi adına jenerasyonlar ve duygusal zeka üzerine düşüncelerini aktarıyor.
Şu jenerasyon konusuna ciddi anlamda takmış vaziyetteyim. Şöyle ifade edeyim, kendi mensubu olduğum X’lere sinirlenmemek için kendimi zor tutuyorum. Bu konuda bildiğim tek bir şey var, o da konunun gençlerle “az gençler” arasında yaşanan ve daha ziyade de az gençlerin, gençlikleriyle ilgili duygusal hafıza tutulması yaşamalarından kaynaklanan bir durumla karşı karşıya olduğumuz.
Şimdi bir düşünürden alıntıyla ilerleyelim ve jenerasyonların duygusal hafıza tutulmalarından etkilenen duygusal zeka düzeylerini masaya yatıralım:
– Günümüzde gençler tutkuludur, huysuz ve öfkelidir. Kendilerini iç tepkilerine kaptırılar, tutkularının kölesi olurlar. İsteklerinin önüne dikilen en küçük engele bile katlanamazlar.
– Çabuk güvenir, çabuk bağlanırlar. Çünkü aldatılmamışlardır. Yüksek amaç ve hayalleri vardır, çünkü daha yaşamın sillesini yememişlerdir. Koşulların sınırlayıcı etkisini öğrenmemişlerdir.
– Eli açık ve iyilikseverdirler. Çünkü kötülükleri tanımamışlardır. Çabuk güvenir, çabuk bağlanırlar. Çünkü aldatılmamışlardır.
– Ah şu gençler! Kaba, saygısız ve kontrolden çıkmış haldedir.
Bu tespitlere katılır mısınız bilmem ama, bu alıntılar oldukça önemli bir düşünüre ait ve önyargıların esiri olmadan düşünebilmemiz adına kim olduğunu en sona bırakacağım.
Şimdi ameliyata başlayalım…
Bizler, bizden sonra gelen jenerasyonları değerlendirirken onları, onlardan büyük olduğumuz için kendi doğrularımız ve değerlerimizle eleştirmeyi kendimizde hak görenleriz. İşin enteresan tarafı, yavaş yavaş yönetici koltuklarını devralıp Z’lerle muhatap olmaya hazırlanan Y’ler de bu tutuma ayak uydurma yolundalar. Yarın öbür gün, “Ah şu Z’ler!” diye ağıt yakan Y’ler ile karşılaştığımızda hiç şaşırmayacağım doğrusu.
Peki, ne yapacağız?
Özbilinç
Duygusal özbilinç, kişinin iç sinyallerine uyum sağlamasını, duygularının kendisini ve iş performansını nasıl etkilediğini bilmesini, yol gösterici değerlerine bağlı kalmasını ve karmaşık bir durumda manzaranın bütününü görerek en iyi eylem rotasını sezebilmesini içeriyor. Bu da açık sözlü ve içtenlikli davranabilmeyi, duygularından açıkça ya da yol gösteren vizyonlarından inançla söz edebilmeyi beraberinde getiriyor. Hal böyle olunca “Günümüzde gençler tutkuludur, huysuz ve öfkelidir. Kendilerini iç tepkilerine kaptırırlar, tutkularının kölesi olurlar. İsteklerinin önüne dikilen en küçük engele bile katlanamazlar” eleştirisinin haklılık tarafını bir kez daha gözden geçirmemiz gerekmiyor mu? Çünkü bu eleştiri gençlerin duygusal özbilinç seviye ve yeteneklerine getirilmiş bir eleştiri oluyor.
İsabetli özdeğerlendirme
İsabetli özdeğerlendirme, genellikle kısıtlı ve güçlü yönlerini bilen ve kendileriyle ilgili bir mizah duygusuna sahip olan insanların özelliği olarak karşımıza çıkıyor. İsabetli özdeğerlendirme yapabilenlerin, geliştirmeleri gereken yönlerini zarafetle öğrenebildiklerini ve yapıcı eleştiriyle geribildirimi hoş karşıladıklarını söylemek mümkün. İşte bu noktada her jenerasyon mensubunun dikkatle düşünmesi gerek. Baby Boomers, bence bu çağın en ilginç ve en muazzam jenerasyonu. Bugün bizi biz yapan ve hatta değerlerimizi belirleyen her şeyin neredeyse ilk adımını onlar attı. Belki de onlara “ilk kıvılcım” jenerasyonu demek çok daha yerinde olacaktır. Onlar kendileri olabilmenin içsel ihtiyacını en kuvvetli hisseden jenerasyonun mensubu. Hippiler, Apple, Star Wars, Michael Jackson ve Madonna diyorum, gerisini size bırakıyorum. Onların kendilerini gerçekleştirme savaşları, X’leri enteresan bir konuma yerleştirdi. Yani o savaşın asıl etkilerini X’ler yaşadı. X’ler yaşanmışlıkların ve öğrenilmiş çaresizliğin içine doğdu. Dolayısıyla kendilerini bulmaya çalışırken ayna benlik kuramının etkisinde kalarak, daha ziyade hâkim toplumsal değerlerin hükümranlığı altına girdiler. Ancak bu hükümranlık zihinleri tam olarak ele geçiremedi, bu sebeple X’lerin olayları çok boyutlu değerlendirmenin de içinde olduğu “çok boyutluluk” yetenekleri gelişti. İşte bu yetenek sayesinde Y’lerin paradigmalarını yaratırken daha hür olmalarını sağladı. Bu bilinçsiz farkındalık düzeyinde gerçekleşmiş bir sonuç. Bu sebeple de X’ler aslında bilinçsizce bile isteye yarattıkları Y’lerin zihinleriyle bir problem çözme ve anlamlandırma savaşına girmiştir. Yani aslında Y’ler Baby Boomer’ların kuşak atlamış mirasçılarıdır. Bayrağı onlar teslim aldı.
Özgüven
Özgüven, sahip olunan yetenekler konusunda gerçekçi bilgiye sahibi olmanın sonucu olarak, güçlü yönlere güvenmeyi sağlayan kapasitedir. Özgüvenli kimseler, zor bir görevi rahatlıkla üstlenebilir. Çoğunlukla kendilerinden emin oldukları ve varlıklarını herkese hissettirdikleri için, bir grupta rahatlıkla öne çıkarlar. Dolayısıyla özgüvenle Dunning-Kruger etkisini (kifayetsiz muhterislik) birbirinden ayırmak gerekir. Y’lerin en çok eleştiri aldığı husus da budur. Ben bunu “Amerikanvari gençlik ateşi” olarak değerlendiriyorum. Kültürel değerimiz olan mütevazılık, Y’lerde biraz daha etkisini kaybetmiş gibi görünüyor. Bu da X’ler ile Y’ler arasındaki en büyük çatışmanın temelini oluşturuyor. Paralel olarak gizemli düşünürümüz de “Ah şu gençler! Kabalar, saygısızlar, kontrolden çıkmışlar!” değerlendirmesini yapıyor zaten. Evet Y’ler bu konuda zaman zaman kantarın topuzunu kaçırıyor olabilir. Ancak bu, öğrenmelerine, gelişmelerine ve bu konuda yol kat etmelerine engel değildir.
Özyönetim
Şimdi sıra ikinci bileşenimiz olan özyönetimde. Özyönetim de kendi içinde bileşenlere ayrılıyor. Özdenetim, kendi duygularını denetleyerek rahatsız edici duygu ve dürtülerine hâkim olmayı, hatta onları yararlı bir biçimde kanalize etmenin yollarını bulmayı içeriyor. Kişinin yüksek stres altında ya da bir kriz döneminde sakin kalması ve açık bir zihinle düşünebilmesi ya da zorlu bir durumla karşılaştığında bile soğukkanlılığını koruması bir özdenetim göstergesidir. Tecrübelerime göre, özdenetim bir olgunluk kapasitesi. Düşünürümüz de gençlere yönelik “Kendilerini iç tepkilerine kaptırır; tutkularının kölesi olurlar” eleştirisi ile sanırım bu kapasiteye de işaret ediyordu. Bu kapasite kimi zaman yaşla, kimi zaman tecrübeyle, kimi zaman ise doğuştan gelen mizaç özellikleriyle kaim. Dolayısıyla bu kapasiteyi jenerasyonlara mâl etmek benim ölçülerimde yararsız ve adaletsiz bir yaklaşım olur.
Saydamlık
Saydamlık, sahip olunan değerleri hayata geçirmekle bir tutulan kapasitedir. Bu kapasitenin görünen en büyük faydası, kişinin duyguları, inançları ve eylemleri konusunda başkalarına karşı gerçekten açık olması sebebiyle dürüstlük yaratmasıdır. Bu kişiler, hata ya da kusurları açıkça kabul eder ve başkalarının ahlaka aykırı davranışlarına göz yummak yerine karşı çıkarlar. Yani saydamlık aynı zamanda devrim’i çağrıştırır. Mustafa Kemal, bilinen en önemli saydam liderdir. Sadece ve ancak isabetli özdeğerlendirme adımını hakkıyla geçen herkes, saydamlık konusunda yol alabilir. Tıpkı babyboomerlar gibi. Dolayısıyla Y’ler ve X’lerin bu konuda çok fazla yol alması gerekiyor. Bu noktada işin içine, “ayıp, günah, yasak” kavramları da girer. Saydamlık jenerasyon ötesi bir bileşendir. Jenerasyonu her ne olursa olsun, insanları saydamlıktan alı koyan en önemli üçlüdür bu. Bu noktada da devreye denge unsuru girer. Denge unsurunun yardımcısı ise özdenetimdir. Göründüğü üzere duygusal zeka tüm bileşenleri ile tam bir göbek bağı ilişkisi içerisindedir.
Uyumluluk
Uyumlu kişiler odak ya da enerjilerini yitirmeden çok sayıda talebin üstesinden gelebiliyor ve örgüt yaşamının kaçınılmaz belirsizliklerinden rahatsız olmuyor. Yeni zorluklara uyum sağlamak için esnek davranabiliyor, hızlı değişime çabuk ayak uydurabiliyor ve yeni veriler ya da gerçekliklerle karşılaştıklarında kıvrak bir zekayla düşünebiliyorlar. Biz “değişim yönetimi” başlıklı eğitim programlarını tam olarak bu komponentin geliştirilmesi gerektiği fikri üzerine inşa ederiz. X’lerin hayatın içerisinde öğrenerek geliştirdikleri bir kapasitedir bu. Öğrenirler ve fakat sancısını da çekerler. Çünkü içlerinde bir yerlerde “konfor alanı” ihtiyacı sürekli alarm halindedir. Sırf tekrar konforlu hissedebilmek adına uyumluluk yeteneğini geliştirmişlerdir. Y’ler daha ziyade evreni kendilerine uydurmak konusunda istekli olduklarından ve bu kapasiteyi görmezden gelmek konusunda azimli olduklarından “asi, uyumsuz” yaftasını yemektedir. Hakikaten de onların bu konuda çok fazla yol almaları gerektiğini tereddüt etmeden söyleyebilirim. Çünkü ister istemez kendi hayatlarını zorlaştırıyorlar. Düşünürümüz de “Koşulların sınırlayıcı etkisini öğrenmemişlerdir” derken tam olarak bu kapasiteye işaret etmektedir.
Başarma dürtüsü
Başarma dürtüsü, yüksek kişisel standartlar, hem kendilerinde hem de yönettikleri ve/veya birlikte çalıştıkları kişilerde sürekli olarak performans artışını gözetmek bu bileşenin özellikleridir. Pragmatiktirler, ölçülebilir ama zorlayıcı hedefler belirler ve hedeflerinin değerli ama ulaşılabilir olması için risk hesabı yapabilirler. Başarma dürtüsünün bir göstergesi de, sürekli olarak daha iyi iş çıkarmanın yollarını öğrenmek ve öğretmektir. Bu kapasitenin “dürtü” olarak sınıflandırılmış olması son derece ilginç bir durum. Görünen o ki, tamamen içsel itkilerle ilişkili bir bileşenle karşı karşıyayız. Bu dürtünün en belirleyici unsuru kuşkusuz pragmatizm yani faydacılık prensibidir. “Bana faydası ne?” sorusu, her insanın istisnasız kendisine sorması gereken bir sorudur. Elbette burada denge unsuru itinayla devreye girmelidir. Kantarın topuzunun kaçması söz konusu olduğunda bıçak sırtı bir bileşen olan başarma dürtüsü kapasitesi konusundaki duruşumuz, bizi karizmatik bir lider de yapabilir, bir mobbing zorbası da.. Yani, aman ha! X’lerin en çok maruz kaldığı, en çok şikayet ettiği ve fakat en çok da uyguladığı psikolojik taciz, çoğunlukla bu bileşenin aşırıya kaçmasıyla oluşur. Birkaç senedir gerçekleştirdiğimiz üniversite konferanslarında, Y jenerasyon temsilcilerinin ilk sordukları soru ise hep şu olmuştur: “Hocam bize uygulanan tacizi nasıl tersine çevirebiliriz?” Düşünürümüzün “İsteklerinin önüne dikilen en küçük engele bile katlanamazlar” dediği gençler, başarma dürtüsü konusunu yanlış özümsemiş bir topluluğun mensubu olabilirler mi?
İnisiyatif
İnisiyatifin verilen bir şey olduğu sanrısı içinde olan gruplarla eğitimler yapıyoruz. Bu paradigmayı kaydırmak için de büyük çaba sarf ediyoruz. Oysa inisiyatif tamamıyla elini taşın altına sokmak arzusundan doğan ve kişinin kendisiyle ilgili olan bir yetkinliktir. Elini taşın altına koymak dendiğinde aklıma hep José Saramago’nun şu sözü gelir: “Ben yalnızca bir taşı kaldırmak ve altına bakmak ile kendini sınırlandırmış bir insanım. Arada bir canavarların ortaya çıkması benim suçum değildir” Elbette inisiyatif bundan daha fazlasını içeriyor. Çünkü inisiyatif, beklemek yerine fırsatları yakalamak ya da yaratmak demek. İnisiyatif alabilen kişiler, geleceğe yönelik daha iyi olasılıklar yaratabilmek için gerektiğinde kuralları delip geçmekte, hatta kuralları esnetmekte duraksamıyor.
Y’lerin yapmak konusunda çok istekli oldukları fakat X’ler tarafından şiddetle eleştirildikleri bir konu bu. Ancak bu eleştiri çoğu zaman oldukça yerinde. Çünkü inisiyatif körü körüne alınmamalı. Muhakkak bilgi ile desteklenmeli. Aksi halde inisiyatifyen değil maceracı olursunuz. Düşünürümüz de “Koşulların sınırlayıcı etkisini öğrenmemişlerdir” demiş. Sanırım bundan da bahsediyordu.
İyimserlik
İyimserler duruma ayak uydurabiliyor ki bu yönleri aynı zamanda esnek ve uyumlu olduklarını da gösteriyor. Büyük bir yenilgide tehditten çok fırsat görüyorlar. Başkalarına olumlu bir gözle bakıyor, onlardan yapabileceklerinin en iyisini bekliyorlar. Düşünürümüzün gençler ile ilgili görüşlerinden biri de şuydu: “Eli açık ve iyilik severdirler. Çünkü kötülükleri tanımamışlardır. Çabuk güvenir, çabuk bağlanırlar. Çünkü aldatılmamışlardır.” Sanırım düşünürümüzün iyimserlikle, koşulsuz şartsız güvenmenin birbirine geçtiği bir hayatı olmuş. Oysa iyimserlik, olayların ve insanların iyi taraflarını görmek demektir, safça teslimiyet ya da “polyannacılık” değil. İyimserlik kesinlikle bir seçim. Bu bileşeni seçiyor ve hayatınıza dahil edebiliyorsunuz. İstek prensibinin çokça hâkim olduğu bir kapasite bu. Bununla birlikte ne X’ler ne de Y’ler bu kapasitenin hakkını verebilmiş değil. Ama babyboomerlar bu konuda son derece istekliydi. Hem de içinde yaşadıkları yılların kaotik haline rağmen.
Yorum yapmak ister misin?