Ülkemizde kurumların bir kısmının Silikon Vadisi’ndekileri benzer çalışma ortamları yaratmaya çalıştığını gözlemliyorum, ancak çoğunun oradaki gibi işlemediğini söyleyebilirim. Sebebi ise çok basit: Farkı yaratan ortam değil, çalışanlar… İşe alım süreçleri ve işe alınan çalışanların kalite ve kalifikasyonları ne kadar yüksek olursa, ortamın sadece çalışanın hayatını kolaylaştırmak için yaratılması gerektiğini söylemek mümkün.
Geçen ay E-tohum San Francisco konferansına konuşmacı olarak katıldım. Konferansın gerçekleştiği haftanın tamamını Silikon Vadisi’nde geçirdim. İnternet sektöründe faaliyet gösteren farklı şirketleri ziyaret ettim, bazılarında üst düzey yöneticiler ile görüşmeler gerçekleştirdim. Gözlem ve birikimlerimi sizlerle paylaşmak isterim.
Ziyaret ettiğim şirketlerin tamamında çalışma ortamları çok benzerdi. Ofis ortamı açık, farklı birimlerden çalışanların birbirleri ile takım olarak aynı ortamda çalıştığı, neredeyse her duvarın post-it’ler, mesajlar veya bazı aktif çalışmaların yer aldığı yazı tahtaları ile dolu olduğu yaşayan, çalışan mekanlardı. Masalarla ilgili genel bir trend özellikle dikkatimi çekti. Gezdiğim birçok kurumda yüksekliği ayarlanabilen, ister ayakta, ister sandalyede isterseniz de pilates topu üzerinde oturabileceğiniz masalar vardı. Yukarı aşağı tuşları ile elektrikli bir kumanda ile hareket eden bu masalar özellikle yazılımcılar tarafından tercih ediliyor ve büyük bir kısmı ayakta çalışıyordu. Çalışma ortamları hiyerarşiden uzak, rahatlığın, ferahlığın ve yapılan işlerin ön planda olduğu bir biçimde tasarlanmıştı.
Organizasyonel olarak farklı fonksiyonel yöneticilere bağlı ekip üyelerinin, belirli bir proje veya ürün odağında takım olarak beraber oturarak kendi bağlı bulundukları ekipten ayrı olmaları da dikkatimi çeken noktalardan biriydi. Görüştüğüm ekip yöneticilerinden birine bu şekilde ekiplerini nasıl yönettiklerini sorduğumda, kendi ekibi ile düzenli olarak bir araya geldiklerini, ancak her ekip üyesinin bağlı bulunduğu takımla beraber belirlenmiş hedeflerine odaklandığını ve böylece çalışma yöntemlerinde tamamen otonom, bağımsız olduklarını paylaştı. Takımlardan bazıları tek bir monitör veya tahta etrafında hep birlikte çalışırken, bazı takımların ise ayrı ayrı çalışıp sonrasında çalışmaları birleştirdikleri için, hedefe ulaştıkları sürece yöntem ve yolda kendi seçimlerini yaptıklarını paylaştı.
Google çalışanları için “Googleplex”
Googleplex olarak isimlendirilen ve yaklaşık 40 farklı binadan oluşan, 20 bin çalışanın yer aldığı Google’ın Genel Müdürlüğü ise bambaşka bir dünyaydı. Birinden dinlemek, videolarda veya filmlerde izlemek yetmiyor, orada olmak, hissetmek gerekiyor. Çalışanlara ücretsiz sunulan restoran ve kafeler, farklı saat ve lokasyonlara sunulan servisler, spor salonları, kreş, kişisel fitness hocaları ve ücretli olan kuaför, kuru temizleme gibi hizmetlerin tamamını Googleplex’te bulabiliyorsunuz. Bu imkanların çalışanların ofiste daha fazla vakit geçirmesini sağlamak için sunulduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Google’da çalışanların işe alım sürecini dinlediğimde, burada çalışan her adayın çok sıkı bir süreçten geçirildiğini ve en iyilerin işe alındığını, en ufak bir tereddüt olduğunda adayın işe alımından vazgeçildiğini öğrendim. Tüm sunulan bu ortamın zaten çok çalışmaya meyilli çalışanların temel ihtiyaçlarına ulaşmak konusunda bir engelleri olmaması ve işlerinde verimli olmaları, ancak bir yandan da Amerikan deyimi ile “burnout” olmamaları yani tükenmişlik sendromuna kapılmamaları için sunulduğunu fark ettim.
Ülkemizde de kurumların bir kısmının benzer çalışma ortamları yaratmaya çalıştığını gözlemliyorum, ancak çoğunun Silikon Vadisi’ndeki gibi işlemediğini söyleyebilirim. Sebebi de çok basit: Farkı yaratan ortam değil, asıl olarak farkı yaratan çalışanlar. İşe alım süreçleri ve işe alınan çalışanların kalite ve kalifikasyonları ne kadar yüksek olursa, ortamın sadece çalışanın hayatını kolaylaştırmak için yaratılması gerektiğini söylemek mümkün. Başka bir deyişle önce insan, sonra ortam.
Yorum yapmak ister misin?