Toplumsal buhranın çalışanlar üzerindeki etkileri

Yaşanan siyasi belirsizlikler ve kriz dönemleri çalışanların iş hayatındaki motivasyonunu etkiliyor. Flow Coaching International Akademik Direktörü, Ebeveyn Koçu ve Terapist Talyaa Vardar, kriz dönemlerinde çalışanları motive etmek için neler yapabileceğini anlatıyor.

crisis

 

Toplumsal ve sosyal olaylara en duyarsız olanlarımızın dahi içinde bulunduğumuz dönemde umutsuzluk yaşama ihtimali yüksek. İnsan beyni, negatif olaylara pozitif olaylardan daha fazla odaklanmaya programlıdır. Bu gerçeği  gözettiğimizde  bugünlerde her birimiz en alt düzeyde yaşama kaygısı güder haldeyiz, kısacası hayatta kalma seviyesinde günlerimizi geçiriyoruz.

Beynin doğal yapısı negatife daha fazla duyarlıdır ki insan minimum düzeyde bir stresle uyarılabilsin ve tehlikelere karşı tetikte durabilsin. Beyindeki bir negatif olayı yeniden programlayabilmek için, beş pozitif deneyime ihtiyaç var ancak her gün yaşadığımız coğrafyada tanıklık ettiğimiz olaylar psikolojik yaralar açmaya yeter de artar sayıda bile. Travmanın neredeyse normalleştiği ve hatta normalleştirildiği bir ülke olduk, diyebiliriz.

İnsanı, her sabah yeni bir güne hazırlayan şey umut… Tanıklık ettiğimiz olaylar, insanlarımızın, ülkenin geleceğiyle ilgili karamsarlığını sürekli tetikte tutarak besliyor. Öyle ki zihne bir an nefes aldırtmayacak şekilde bir karamsarlığa ve negatifliğe doğru psikolojik dürtülme söz konusu. Bu nedenle, depresyon vakalarında artış, panik atak ve anksiyete bozukluklarında yükselmeler, psikosomatik hastalıklarda artışları daha fazla görebiliriz. Kısacası ve maalesef, depresyon ile travmanın ülkece toplumsallaştığı bir dönemden geçiyoruz.

Çalışanlar da bu psikolojinin içinde, hatta tam göbeğinde. İnsan, psikoloji olarak, etki alanını hissetmek ve deneyimlemek ister. Pek çok çalışan bir anlamsızlık boşluğuna düşmüş durumda. Bir kısmımız ise olan bitenden ötürü halen şaşkın… “Yarının ne olacağı belli değil” psikolojisi gereğinden fazla sürdüğünde, insanlarda atalet ve rehavet yaratıyor. Bir sonraki adım da tam kabul ve maalesef kayıtsızlık oluyor.

Sosyal medya ruh halini nasıl etkiliyor?

question

Sosyal medya, insanlar için hem adı üzerinde iletişim ve haber kaynağı mecrası; hem de kendini ifade etme arenası. Gündem o kadar hareketli ki, insanları bu gündemden koparmak çok kolay olamıyor. Pek çok insan, konvansiyonel medyadan alamadığı haberi sosyal medyadan almak istiyor. Ayrıca, insanlar, sesli ifade edemediği duygu ve düşüncelerini sosyal medyada, normalde edeceğinden daha cesur ve vurgulu ifade ederek rahatlamak istiyor. Ülkemizde sosyal medya, psikolojik katarsis (duygusal boşalım ve rahatlama) aracı haline gelmiş durumda. Sosyal medyanın, üzerimizde, hem pozitif hem de negatif etkisi var. Pozitif etkisi şöyle: Kendimizi orada da ifade edemezsek kendimizi, duygu ve düşüncelerimizi iyice bastıracağız ki bu hiç de sağlıklı bir durum değil; zira patlama yapar. Negatif etkisi ise, yalan yanlış çok haber dönüyor ve gerçekle yalanı ayırt etmek zorlaşıyor. Sosyal medyanın gaza getirici özelliği malum, bu konuda dikkatli olmak ve sağ duyuyu elden bırakmamak lazım.

Beyinlerimize bir miktar nefes aldırmak ve beynimize iyi gelen kimyasalları çağırmak adına sosyal medyayla ilgili iki şey yapabilirsiniz:

– Haftanın belli günleri sosyal medya izni verin kendinize. Yapamıyorsanız, en azından bir yarım gün bunu deneyin.

-Zihinlerimizin iyimserliğe ihtiyacı var, barışçıl, insanların ve dünyanın iyi özelliklerini de hatırlatan pozitif paylaşımlara da sayfalarınızda yer verin ki, beynimiz biraz mola alıp gevşeyebilsin.

Motivasyon nasıl artabilir?

Türkiye, son yıllarda, nezaket ve hoşgörü değerlerini kaybetti. Birbirine şefkat beslemeyen bir kültür yaratıldı, bu kültürü, etki alanımıza odaklanarak, bulunduğumuz kurumlarda tersine çevirme zamanı geldi. Aslında yapılacak şeyler çok basit. İnsan olmanın en sade ve basit öğelerini hayata geçirmek için bilinçli bir şekilde, çalıştığımız ve yönettiğimiz kurumlarda, harekat başlatmalıyız. Ülkemizde, insanların en çok “hayata ve birbirine güvenmeye” ihtiyacı var. Çalışanlarımıza bu güveni vermekle işe koyulabiliriz. İşin ve projelerin devam etmesi lazım ki insanlar hayatin normal rutininde güven bulup, kendilerini emniyette hissedebilsinler. Beyin “biz” duygusunu yitirmeye başladığında panikler ve kaygı zihnimizin karar vermekle, muhakemeyle, analizle ilgili bölümlerini kaplar; o zaman düzgün düşünemeyiz.

Bu dönemde “biz” duygusunun altını çizen aktivitelere ihtiyaç var. Birlikte sanat yapmak, hikayecilikle insanların kendilerini ifade etmelerine izin vermek, yemek yapmak, spor yapmak, toplu rahatlatıcı meditasyonlar, eğitimler organize etmek “biz” duygusunun altını çizerken, insanları rahatlatacak ve zihinleri “pozitif” duygulara geri çekecektir. Ayrıca, iç iletişimde de bazı müdahaleler işe yarayacaktır. Örneğin, şu anda toplantılarda ve sunumlarda sadece riskleri değil yapıcı ve olumlu gelişmeler ile fırsatları da vurgulamak ve başarıları takdir etmek zamanı. Güne “Günaydın” ile başlamak ve birbirimize daha sık ve fazla “Teşekkür” etme zamanı. Amerika’da Wharton Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, düzenli olarak yöneticisine teşekkür edenlerin oranı yüzde 7 iken, çalışma arkadaşına teşekkür edenlerin oranı sadece yüzde 10 aynı araştırmada, araştırmaya katılan herkes, en çok ne isterseniz sorusuna takdir edilmek isterim ve yaptığım iş için teşekkür edilsin isterim diyorlar. Bu kadar basit aslında, birbirimize teşekkür etmek bile “biz” duygusunu canlandırmaya destek oluyor.

Yöneticiler liderlik becerilerini göstermeli

leader

Şirketler eskiden “community” (değerlerde birleşen topluluk) duygusuyla yönetiliyordu. Belki de hepimizin sahip olduğumuz ve maalesef yitirdiğimiz erdemleri geri çağırma zamanı. Her topluluğun bir şefi vardır ve şefler üyelerine sahip çıkarlar. Yöneticilerin şimdi liderlik becerilerini gösterme zamanı. Kim şef, kim değil ayrışacak. En tepedeki kişinin dahi (evet CEO seviyesinden bahsediyorum) çalışanları için özel zaman yaratması gerekiyor, bu dönemde en çok iletişime ihtiyacımız var. Çalışanlarınıza düzenli e-mailler yazın, olumlu gelişmeleri sürekli ve ısrarla vurgulayın, ülkenin zor günlerden geçtiğini, ancak onların yanında olduğunuzu vurgulayın, toplantılar yapın.

İnsanların yapıcı bir ortamda, profesyonel bir biçimde fasilite edilerek, duygularını ifade etmelerine izin veren ortamlar oluşturmak bilinçaltımızda biriken basıncın emniyetli bir biçimde dışa salınımını kolaylaştırır, bu da hem rahatlatır, hem de aidiyet duygusu yaratır.

Wharton’dan bir profesörün yaptığı çalışmalar, üç tip yöneticiden bahsediyor: Alıcı, Hesapçı ve Verici. Profesörün çalışmaları, en sevilen ve aidiyeti besleyen yönetici tipinin “Verici Yönetici” olduğunu ortaya çıkartıyor. Bu profildeki yöneticiler, çalışanlarına zaman ayırmaya, insanların gelişime, kendisine sorulan her soruya cevap vermeye özellikle özen gösteriyor. Bu dönem, insana yatırım yapma ve Humanist Liderliği öne çıkarma zamanı. Hepimizin, en temel ve basit değerlerimizi hatırlama zamanı. Elimizdekilere ve birbirimize sarılma zamanı. Ben şahsen, bu zor günlerde, bir işim olduğu ve işime odaklanabildiğim için her gün şükrediyorum, aynısını koçu olduğum yöneticilere de telkin ediyorum.

Şimdi durma zamanı değil, elimizdekine sarılıp devam etme zamanı. En kötüsü, omuzları düşürüp vazgeçmek olur ki bu sadece karamsarlığı besler, yangına odun atar, ateşi körükler. Benim bu dönemdeki korkum, şirketlerin fevri bir biçimde, kriz psikolojisini körükleyecek kararlar almaları. Hepimize böyle bir dönemde en iyi gelecek şey, hayatın devam ettiğine dair teminat, aksi bir duraklama ve hayatı durdurma hali, içinde yaşadığımız toplumsal travmayı fena halde besler ve geri dönülemeyecek bir biçimde büyütür.

Şahsen, Türkiye’nin patronlarının memleket sevgisine güveniyorum. Sağduyulu patronların ve yöneticilerin, bu dönemde daha da duyarlı olarak ülkeyi zora sokmayacak şekilde hayatı devam ettirmeleri gerekir. Bu dönem İnsan Kaynakları departmanlarının ve yöneticilerinin en güçlü durması gereken dönem. Çalışanlarınızı dinleyin, onlara yakın durun. Ortak paylaşım alanları oluşturun. Kurum içinde rahatlatıcı aktivitelere (beraber sanat yapmak, egzersiz yapmak, vb) yer verin. Bir “community” nin gücü, en çok zor zamanlardaki dayanışmayla ortaya çıkar. O yüzden üst yönetimleri bu yönde aksiyonlar almaları için ikna etme zamanı. Birey olarak da yapacak bir işiniz varsa, bir şeylere katkıda bulunmaya devam ediyorsanız, ona sarılın. Sahip olduğunuz şeylerin kıymetini bilin. Maalesef birbirine tahammül edemeyen ve sürekli nahoş bir ağız dalaşının, çatışmanın, kavganın içindeyiz. Gördüğümüz şeyler, beynimize zarar veren kimyasalları tetikliyor.

Unutmayın: böyle buhranlı dönemlerde, insan psikolojisine en iyi gelen ilaç “maneviyat”tır. Maneviyatın herkes için anlamı farklıdır, sizin için anlamı neyse bu dönemde maneviyatınızı güçlü tutun, içeride sizi besleyecek aktivitelere zaman ayırmaya çalışın.

talyaavardar Yazar: Flow Coaching International Akademik Direktörü Talyaa Vardar

**İçeriklerimizle ilgili görüş ve önerilerinizi editor@kariyer.net adresinden bize iletebilirsiniz.